:::: MENU ::::

Daha çok ekonomi, az çok da üstüme vazife olmayan şeyler ...

8/02/2012

1929 krizini izleyen süreçte, Gelişmiş Ülke (GÜ)’lerde meydana gelen şiddetli depresyon ve işsizlik karşısında, o güne kadar geçerli olduğuna inanılan klasik ekonomik anlayışın yetersiz kalması, bu yaklaşıma karşı çıkan talep yanlı Keynesyen yaklaşımın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Klasiklerin iddia ettiği gibi, ekonominin kendinden dengeye geleceği, tam istihdamın otomatik olarak sağlanacağı görüşünü reddeden ve Say yasasının geçersiz olduğunu belirten Keynes, yatırım ve tasarruf eşitliğinin de her zaman gerçekleşmediğini ileri sürmüştür. Keynes, kuramında iktisadi faaliyet düzeyini beş değişkene bağlamaktadır. Ekonomik sistemin işleyişinde belirtilen bu değişkenler; milli gelir, istihdam, tüketim, yatırım ve faiz oranlarıdır.


Keynes’in çıkış noktası, ekonomide toplam istihdam ve milli gelir düzeyini belirleyen efektif taleptir. Efektif talep, girişimcilerin belli bir üretim düzeyinde öngördükleri tüketim ve yatırım harcamalarının toplamından oluşan, başka bir ifadeyle, cari işlemler düzeyinde talep edilecek olan tüketim ve yatırım mallarının toplamıdır.

Kesnesyen yaklaşımda, istihdam seviyesinin efektif talebe, efektif talebin de tüketim ve yatırım harcamalarına bağlı olduğu, eksik istihdamda denge oluşmasının nedeninin eksik efektif talep olduğu ifade edilmiştir. Keynes, ekonomide iradi işsizliğin yanında gayri iradi işsizliğin de var olduğunu belirtmiş ve klasiklerin, ücret emeğin marjinal hasılasına eşittir görüşünü, istihdam düzeyini emeğin veriminin reel ücreti de efektif talebin belirlediği görüşüyle eleştirmiştir. Keynes, klasiklerin piyasa ve fiyat mekanizmasına bağladıkları denge koşulunu milli gelirdeki değişmelere dayandırmaktadır. Klasik yaklaşımda ekonominin itici gücü arz yönlüyken, Keynes’te milli gelir düzeyi ve milli gelirle doğru orantılı olan istihdam düzeyi, yatırım ve tüketim harcamalarından oluşan toplam talebe bağlıdır. Tüketim harcamaları tüketim eğilimine, yatırım harcamaları da sermayenin etkinliği ve faiz oranlarına bağlıdır. Keynes’e göre, sermayenin marjinal verimliğindeki değişim, yatırımcıların gelecekle ilgili kararlarını, bu kararlar da efektif talep ve faiz oranlarını belirlemektedir. Eğer faiz oranları sermayenin marjinal verimliğinden büyükse, sermayeye gereksinim ve buna bağlı olarak da yatırım oranlarında bir düşüş yaşanır.

Klasik teoride para arzı ve para talebi fiyat seviyesini belirlemektedir. Paranın miktar teorisine göre para arzındaki değişmeler fiyat düzeyiyle doğru orantılıdır. Bunun nedeni paranın dolaşım hızının sabit olarak varsayılmasıdır. Keynes’in para konusunda klasiklere yaptığı ilk eleştiri paranın dolaşım hızının sabit olmadığı konusundadır ve para arzı artıkça paranın dolaşım hızı düşmektedir. İkinci önemli eleştirisi ise para talebinin amaçlarına ilişkindir. Keynes, paranın ihtiyat, mübadele ve spekülasyon amaçlı olarak talep edilebileceği ve klasik teorinin aksine para talebinin faiz oranlarından etkilenebileceğini belirtmektedir.

Bu yaklaşımda faiz oranı, para arzı ve para talebi tarafından belirlenmektedir. Para arzı devlet tarafından kontrol edildiğinden otonomdur. Paranın spekülasyon amaçlı talep edilmesinin sebebi, gelecekteki belirsizlikten sermayenin kar elde etmesinden kaynaklanmaktadır. Yatırımcıların gelecekle ilgili beklentilerindeki belirsizlikler ekonomik krizlere ve ekonomik daralmalara yol açmaktadır. Bu durumda ekonomik krizler, yatırımların gelecek de sağlayacağı kar oranının ne olacağına ilişkin bekleyişlerdeki değişmelerden kaynaklanmaktadır.

Ekonomide faiz oranlarını yatırım ve tasarruflar dengeye getirecektir. Keynes’e göre, faiz tasarrufun değil, likiditeden vazgeçmenin bedelidir. Faiz oranlarının düşmesi sermayenin marjinal etkinliğini artırarak, yatırımların artmasına neden olabilir. Ancak ekonomide faiz oranlarının düşebileceği belli bir nokta vardır ve bu noktadan sonra faiz oranları ne kadar düşerse düşsün yatırımlarda bir artış yaşanmayacaktır. Bu noktada, sermayenin marjinal etkinliği ile faiz arasındaki fark ortadan kalktığı için ekonomik krizlerin yaşandığı öne sürülmüştür. Bu durumda devletin ekonomiye müdahale ederek sermayenin marjinal verimliliğini artırması gerekmektedir. Keynes, spekülatif amaçlı para talebiyle faiz arasında ters ilişki olduğunu belirtmiş, bunu da likidite tercihi olarak tanımlamıştır. Likidite tercihini cari faiz oranlarıyla ve sermayenin marjinal etkinliğiyle ilişkilendirmektedir. Faiz oranı artarsa elde para tutmanın maliyeti yükseleceğinden kişiler tahvil gibi getirisi yüksek olan sermaye dışı yatırımlara yönelecekler ve para talebi düşecektir. Faiz oranı düşerse, kişilerin tahvillerden elde edecekleri getiri azalacağı için para talebinde artış meydana gelecektir. 

Keynes para politikasının efektif talebi canlandırmada maliye politikasına yardımcı bir araç olabileceğini belirtmiştir. Para politikası ile toplam talebin genişletilmesi, işsizliğin sona erdirilmesi ve reel gelirin yükseltilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Ekonomik krizden çıkış ve ekonominin tekrar canlanması için maliye politikasının, özellikle de kamu harcamalarının kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Sonuç olarak Keynes, toplam talebi artıran kamu harcamalarını, krizin çözümünde ve tam istihdam dengesinin sağlanmasında en önemli araç olarak görmektedir.

0 comments:

Yorum Gönder

A call-to-action text Contact us