1929
krizini izleyen süreçte, Gelişmiş Ülke (GÜ)’lerde meydana gelen şiddetli
depresyon ve işsizlik karşısında, o güne kadar geçerli olduğuna inanılan klasik
ekonomik anlayışın yetersiz kalması, bu yaklaşıma karşı çıkan talep yanlı
Keynesyen yaklaşımın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Klasiklerin iddia ettiği
gibi, ekonominin kendinden dengeye geleceği, tam istihdamın otomatik olarak
sağlanacağı görüşünü reddeden ve Say yasasının geçersiz olduğunu belirten Keynes,
yatırım ve tasarruf eşitliğinin de her zaman gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.
Keynes, kuramında iktisadi faaliyet düzeyini beş değişkene bağlamaktadır.
Ekonomik sistemin işleyişinde belirtilen bu değişkenler; milli gelir, istihdam,
tüketim, yatırım ve faiz oranlarıdır.
Keynes’in
çıkış noktası, ekonomide toplam istihdam ve milli gelir düzeyini belirleyen
efektif taleptir. Efektif talep, girişimcilerin belli bir üretim düzeyinde
öngördükleri tüketim ve yatırım harcamalarının toplamından oluşan, başka bir
ifadeyle, cari işlemler düzeyinde talep edilecek olan tüketim ve yatırım
mallarının toplamıdır.
Kesnesyen
yaklaşımda, istihdam seviyesinin efektif talebe, efektif talebin de tüketim ve
yatırım harcamalarına bağlı olduğu, eksik istihdamda denge oluşmasının
nedeninin eksik efektif talep olduğu ifade edilmiştir. Keynes, ekonomide iradi
işsizliğin yanında gayri iradi işsizliğin de var olduğunu belirtmiş ve
klasiklerin, ücret emeğin marjinal hasılasına eşittir görüşünü, istihdam
düzeyini emeğin veriminin reel ücreti de efektif talebin belirlediği görüşüyle
eleştirmiştir. Keynes, klasiklerin piyasa ve fiyat mekanizmasına bağladıkları
denge koşulunu milli gelirdeki değişmelere dayandırmaktadır. Klasik yaklaşımda
ekonominin itici gücü arz yönlüyken, Keynes’te milli gelir düzeyi ve milli
gelirle doğru orantılı olan istihdam düzeyi, yatırım ve tüketim harcamalarından
oluşan toplam talebe bağlıdır. Tüketim harcamaları tüketim eğilimine, yatırım
harcamaları da sermayenin etkinliği ve faiz oranlarına bağlıdır. Keynes’e göre,
sermayenin marjinal verimliğindeki değişim, yatırımcıların gelecekle ilgili
kararlarını, bu kararlar da efektif talep ve faiz oranlarını belirlemektedir.
Eğer faiz oranları sermayenin marjinal verimliğinden büyükse, sermayeye
gereksinim ve buna bağlı olarak da yatırım oranlarında bir düşüş yaşanır.
Klasik
teoride para arzı ve para talebi fiyat seviyesini belirlemektedir. Paranın
miktar teorisine göre para arzındaki değişmeler fiyat düzeyiyle doğru
orantılıdır. Bunun nedeni paranın dolaşım hızının sabit olarak varsayılmasıdır.
Keynes’in para konusunda klasiklere yaptığı ilk eleştiri paranın dolaşım
hızının sabit olmadığı konusundadır ve para arzı artıkça paranın dolaşım hızı
düşmektedir. İkinci önemli eleştirisi ise para talebinin amaçlarına ilişkindir.
Keynes, paranın ihtiyat, mübadele ve spekülasyon amaçlı olarak talep
edilebileceği ve klasik teorinin aksine para talebinin faiz oranlarından etkilenebileceğini
belirtmektedir.
Bu
yaklaşımda faiz oranı, para arzı ve para talebi tarafından belirlenmektedir.
Para arzı devlet tarafından kontrol edildiğinden otonomdur. Paranın spekülasyon
amaçlı talep edilmesinin sebebi, gelecekteki belirsizlikten sermayenin kar elde
etmesinden kaynaklanmaktadır. Yatırımcıların gelecekle ilgili beklentilerindeki
belirsizlikler ekonomik krizlere ve ekonomik daralmalara yol açmaktadır. Bu
durumda ekonomik krizler, yatırımların gelecek de sağlayacağı kar oranının ne
olacağına ilişkin bekleyişlerdeki değişmelerden kaynaklanmaktadır.
Ekonomide
faiz oranlarını yatırım ve tasarruflar dengeye getirecektir. Keynes’e göre,
faiz tasarrufun değil, likiditeden vazgeçmenin bedelidir. Faiz oranlarının
düşmesi sermayenin marjinal etkinliğini artırarak, yatırımların artmasına neden
olabilir. Ancak ekonomide faiz oranlarının düşebileceği belli bir nokta vardır
ve bu noktadan sonra faiz oranları ne kadar düşerse düşsün yatırımlarda bir
artış yaşanmayacaktır. Bu noktada, sermayenin marjinal etkinliği ile faiz
arasındaki fark ortadan kalktığı için ekonomik krizlerin yaşandığı öne
sürülmüştür. Bu durumda devletin ekonomiye müdahale ederek sermayenin marjinal
verimliliğini artırması gerekmektedir. Keynes, spekülatif amaçlı para talebiyle
faiz arasında ters ilişki olduğunu belirtmiş, bunu da likidite tercihi olarak
tanımlamıştır. Likidite tercihini cari faiz oranlarıyla ve sermayenin marjinal
etkinliğiyle ilişkilendirmektedir. Faiz oranı artarsa elde para tutmanın
maliyeti yükseleceğinden kişiler tahvil gibi getirisi yüksek olan sermaye dışı
yatırımlara yönelecekler ve para talebi düşecektir. Faiz oranı düşerse,
kişilerin tahvillerden elde edecekleri getiri azalacağı için para talebinde
artış meydana gelecektir.
Keynes
para politikasının efektif talebi canlandırmada maliye politikasına yardımcı
bir araç olabileceğini belirtmiştir. Para politikası ile toplam talebin
genişletilmesi, işsizliğin sona erdirilmesi ve reel gelirin yükseltilmesinin
mümkün olmadığını belirtmiştir. Ekonomik krizden çıkış ve ekonominin tekrar
canlanması için maliye politikasının, özellikle de kamu harcamalarının
kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Sonuç olarak Keynes, toplam talebi
artıran kamu harcamalarını, krizin çözümünde ve tam istihdam dengesinin
sağlanmasında en önemli araç olarak görmektedir.


0 comments:
Yorum Gönder