Keynesyen
iktisat teorisini benimseyen iktisatçılar üzerinde Keynes’in fikirleri çok kısa
zamanda etkili olmuş ve "Keynesyen İktisat" adı verilen bir görüş
doğmuştur. Keynesyen İktisat; geleneksel keynescilik, dengesizlik keynesciliği,
post keynescilik ve yeni keynescilik olmak üzere farklı kollara ayrılmaktadır.
Geleneksel
Keynesyen yaklaşımın tanınması ve benimsenmesinde John Hicks’in önemli
katkıları olmuştur. John Hicks, 1937 yılında yayınladığı "Mr. Keynes and
the Classics", adlı makalesinde klasik iktisadın temel ilkeleri ile
Keynes’in Genel Teorideki görüşlerini birleştirerek iki teorinin sentezini
yapmıştır. Hicks, Walras’ın Genel Denge Modeli’nden etkilenmiş ve Keynes’in
Genel Teorisi’ndeki açıklamaları bu çerçevede yorumlamıştır.
Walras,
değişim kıymet teorisinin temeline marjinal faydayı yerleştirmiştir. Bu teoride
bireysel talep eğrilerini belirleyen bir malın fiyatı değil, diğer bütün
malların fiyatları ve tüketicilerin geliri ile zevk ve davranışları sabit
varsayılmıştır. Walras piyasada fiyatların, malların stoklarına ve fertlerin
ticari amaçlarına bağlı olarak oluştuğunu, piyasada dengenin piyasa arz ve
talebinin bu fiyatları birbirine eşitlediğinde oluşacağını, eğer piyasada denge
oluşmadıysa fertlerin yeni sözleşmeler yaparak denge fiyat seviyesinin
bulunacağını varsaymıştır.
Hicks,
kısa dönem denge gelir, istihdam ve faiz oranlarının para arzının para talebine
eşit olduğu bir düzeyde oluşacağını kabul etmiştir. Hicks’in bu görüşleri daha
sonra Alvin Hansen tarafından geliştirilmiş ve iktisat literatürüne IS-LM
olarak adlandırılan "Hicks-Hansen Modeli" olarak geçmiştir. Hicks bir
malın fiyatı düştüğünde o malın talebinde meydana gelen artışın gelir ve ikame
etkilerinden nasıl etkilendiğini, kayıtsızlık eğrileri ve bütçe doğrularıyla
açıklamıştır.
Keynesyen
düşüncede bütçe düzenlemeleri, politik uygulamalar yerini "ince ayar"
bütçe uygulamasına bırakmıştır. Geleneksel Keynesyen görüş, ekonomik istikrarsızlığın
temelini "ince ayar" yönteminin uygulanamamasına bağlamaktadır.
1970’li yıllarda dünyada yaşanan petrol krizleriyle birlikte enflasyon ve
işsizliğin bir arada oluşması Keynesyen İktisat politikalarının eleştirilmesine
neden olmuştur. Neoklasik eleştirinin ana hatlarını Keynesyen yaklaşımın
ekonominin talep temelleriyle ilgilenmesi oluşturmaktadır. Keynesyen yaklaşıma
göre, ekonomide oluşan işsizlik ve enflasyonu devletin müdahalesi ile toplam
talep canlandırılarak ve maliye politikaları uygulanarak kriz ortadan
kaldırılabilir. Piyasalarda meydana gelen krizler tam istihdama ulaşmayı
geciktireceğinden, kamu harcamalarının artırılması, vergi indirimleri
yapılması, bütçe açığı vererek ve açığı emisyon yoluyla karşılayarak ekonominin
tam istihdam seviyesine ulaşabileceğini savunmuşlardır. Neoklasikler yaşanan
ekonomik krizlerden çıkış yolu olarak talep genişletici para ve maliye
politikaları uygulayarak toplam talebi artırmak veya yüksek işsizlik nedeniyle
işçiler arasındaki rekabetten dolayı ücretler düşürülerek toplam arzın artırılması
gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Neoklasikler ücret kontrollerinin enflasyonist
ortamlarda işsizliği azaltacağını kabul etmişler, ancak bunun serbest piyasa
işleyişinde gerçekleşeceğini savunmuşlardır.
Dengesizlik
Keynesyen Yaklaşımı neoklasik yaklaşımın piyasa denge analizine karşı çıkarak,
piyasadaki fiyatların denge fiyatları olmayacağı, fiyatların esnek olmadığı
varsayımı eşliğinde piyasada oluşan dengesizliklerin diğer piyasalarda da
dengesizlik yaratacağını savunmuşlardır. Bu yaklaşım 1960 yılında
A.Leijonhulfud ve W.Clower tarafından geliştirilmiştir. Daha sonra R.Barro ve
H.Grossman, D.Patinkin’in işgücü piyasası ile Clower’ın mal piyasası analizini
birleştirerek bütünleştirmiştir. Bu yaklaşımda istihdam ve gelir üzerindeki
dalgalanmalar fiyat ve ücretlerin esnek olmamasından kaynaklanmaktadır. Yani
fiyatlar denge düzeyinde değilse ücretlerin de denge düzeyinde olmayacağı ve
işsizliğe yol açacağı savunulmaktadır. Bu yaklaşımda işsizliği önlemenin yolu
gelirler ve fiyatlarla ücretlerin düşürülmesine bağlıdır.
Post
Keynesyen Yaklaşım 1970’li yıllarda ortaya çıkan ekonomik kriz karşısında
iktisat politikası önerilerinin yetersiz kalması ve yeni klasik iktisadi
düşüncenin piyasaya hakim olmaya başlaması sonucu ortaya çıkmıştır. Bu
yaklaşım, belirsizliği temel alarak yeni klasik yaklaşımın savunduğu
belirsizlik görüşünü reddeder. Yeni Klasik iktisat yaklaşımında karar
birimlerinin bilgi ile ilgili bir problemlerinin olmadığını, piyasanın tam bir
bilgiye sahip olduğu ve piyasaların bu bilgiyi en etkin şekilde kullandığı
görüşü hakimdir. Tam bilginin geçmiş, içinde bulunulan zaman ve geleceği
kapsadığı varsayımı altında gelecekle ilgili bir belirsizliğin olmayacağını ve
geleceğin bilinebilir bir yapıda olduğunu savunmuşlardır. Post Keynesyen
yaklaşım da piyasalarda bilgi asimetrisinin bulunabileceği, gelecek hakkındaki
belirsizliğin iktisadi karar birimlerini etkileyebileceği ve piyasada tam
bilginin aksayabileceği savunulmuştur. Bu durumda Yeni Klasik yaklaşımda her
şey bilinebilir ve belirsizlik yoktur düşüncesi geçerli olsa da, Post Keynesyen
yaklaşımda her şeyin bilinmesi imkansızdır ve piyasalara belirsizlik hakimdir.
Post
Keynesyenler Keynes’den farklı olarak yatırımları, faiz oranlarına değil kar
seviyesine bağlamışlar ve yatırımların tasarruf oranları tarafından değil
tasarrufların yatırım oranları tarafından belirlendiğini ileri sürmüşlerdir. Bu
yaklaşımda yatırımları belirleyen iki unsur vardır. Bunlar; cari ürün ve
sermaye varlıkları fiyatları ile ekonomide var olan finansman ve kredi kurumlarının
yapısı ve şartlarıdır. Yatırımı belirleyen iki etkenden birincisini efektif
talep kavramını ön plana çıkarmak, ikincisini ise yatırımların yalnızca
müteşebbislerin içsel fonlarına bağlı olmadığı, kredi kurumlarının
yatırımlardaki fonksiyonunu belirtmek için kullanmışlardır. Ekonomik
dalgalanmaların yatırım ve piyasa üzerinde etkili olduğu bu yaklaşımda, tam
istihdama varılmadan önce finansal kaynakların üretimden spekülasyona doğru bir
hareketi olursa bunun ekonomide daralmalara ve krizlere yol açacağı
savunulmaktadır. Ekonominin uzun süre büyüme sağlaması; sermaye donanımı, reel
ücret oranları, iş gücü ve teknolojik gelişme düzeyinin yüksek olmasına
bağlıdır. Devletin ekonomik hayata müdahalesini savunan bu yaklaşım ticaret ve
finans sektöründe büyük firmaların tekelci gücünü azaltmak ve gelir dağılımında
adaleti sağlamak amacıyla başta kamu yatırım harcamaları olmak üzere kamu
politikalarının aktif bir şekilde kullanılmasını önermektedir.
Yeni
Keynesyen yaklaşım, 1980’lerde Yeni Klasik yaklaşımın Rasyonel Beklentiler
kavramı ile klasik mikro iktisadın kar ve fayda maksimizasyonu varsayımını
dikkate alarak mikro ekonomik esaslar temelinde Yeni Klasik modele karşı ortaya
çıkmıştır. Yeni Keynesyen yaklaşım fiyat ve ücretlerin katılığı üzerinde
çalışmış ve makro ekonominin mikro temelleri üzerinde çalışmalarına yön
vermiştir. Yeni Keynesyen yaklaşım ücret katılıklarını işgücü piyasasının
dengesizliğine dayanan modellerle açıklamışlardır. Bu yaklaşımda zımni sözleşme
kuramı, ücret katılığını açıklamakta ve ücret katılığının, işverenlerin
işçilerin risklerini yüklenerek zımni bir sigorta yaptırmasının bir sonucu
olduğunu vurgulamaktadır. Etkin ücret teorisinde ise işçilerin verimliliği
onlara verilen ücretle doğru orantılı olarak kabul edilmekte ve firmaların
verimliliğin düşmemesi için işsizliğin ortaya çıkmasını göz önüne alarak, imkanları
olduğu halde ücretlerin düşmesine müsaade etmeyecekleri belirtilmektedir. Çünkü
düşük ücret; verimliliğin düşmesine, sorumluluk anlayışının azalmasına ve
işçilerin firmaya olan bağlılıklarının zayıflamasına neden olur. Bu yaklaşımda,
ücretlerin verimlilik düşüren etkisi yeteri kadar büyükse, bunun emek
piyasasında arz ve talep dengesinin bozulmasına neden olacağı savunulmuştur.
Fiyat
katılıklarını ise, fiyat ayarlamasının yüksek marjinal maliyetine bağlı olarak
mal piyasasındaki düzensiz rekabetle açıklamışlardır. Malların fiyatlarındaki
değişmelerde monopolcü rekabet ortamında firmaların menü maliyeti ile
karşılaştıklarını, yani firmaların fiyatı belirleme ve tekelci güce sahip
olduğunu ve fiyat koyucuların dengeyi sağlamaktaki başarısızlıklarını
açıklamaya çalışmışlardır.
Yeni
Keynesyen iktisatçılar, bazı ekonomik değişkenlerin uzun dönem denge
değerlerinin sabit bir düzeyde kalmadığını, mevcut şartların değişmesi durumunda,
bu değişkenlerin uzun dönem denge düzeylerinin de değiştiğini iddia
etmektedirler. Bu görüş, literatürde "Histeri Hipotezi" olarak
bilinmektedir. Bu durumda genişletici politikalar cari, doğal işsizlik oranının
azalmasına yol açacak ve genişletici politikaların enflasyonist etkisi işsizlik
düştükten sonra ortadan kalkacaktır. Kısacası Yeni Keynesyen yaklaşımın; üretim
dalgalamalarını bir yana bırakmaksızın, tam ücret katılığını varsayarak, fiyat
ve para arzıyla ilgili kolayca ulaşılabilen bilgiye rağmen ekonominin sürekli
eksik istihdam düzeyinde olacağını ve reel ücret hareketleri ile emek
piyasasını da içine alarak ekonomik krizleri açıklamaya çalıştığı söylenebilir.


0 comments:
Yorum Gönder