:::: MENU ::::

Daha çok ekonomi, az çok da üstüme vazife olmayan şeyler ...

2/23/2014

Kapitalist sistem, serbest piyasa ve demokrasi kavramları, hemen hemen birbirinin yerine kullanılabilecek kadar eş anlamlı olarak algılanmakta ve biri olmadan diğeri ya da diğerlerinin olamayacağı sanılmaktadır. Üstelik, piyasa kavramının başına bir de "serbest" ifadesi getirilerek, bu konudaki tüm olası eleştiriler de önlenmektedir. 


Piyasa, gelir ve kaynak dağılımını gerçekleştirmek için kullanılan bir araçtır. Bu araç, salt kapitalist sisteme özgü olmadığı gibi, kapitalist sistemde piyasa, monopoller nedeni ile daraltılmaktadır. Piyasa daraldığı derecede de, ekonomik ve diğer haklar tahdide (daraltma, sınırlama) uğramaktadır. Batı dünyasında geliştirilmiş olan bireylerin yasal haklan ve özellikle de 1940'lardan sonra gündeme gelmiş olan sosyal hak kavramları, hep piyasa sisteminin ortaya koymuş olduğu olumsuzlukları gidermeye yönelik önlemlerdir. Birer hak olarak toplumlara sunulan bu önlemler, ortaya çıkmış olan bozuklukların en iyi birer kanıtıdır.
Piyasa diye algılanan sistem içinde, ekonomik güçler öbeklenip, insanların hukuk sistemi karşısındaki haklarını da tehdit etmeye başlayınca, siyasal bir çözüm geliştirildi; insanların yasalar karşısında eşit olduğu ileri sürüldü. Ne var ki, karşısında herkesin eşit olduğu ileri sürülen yasalar, eşitler tarafından ve eşit koşullar altında yapılmılmiyordu! 1980'ler Türkiye'si bu tür sosyo-ekonomik yapılanmaların harika bir örneğini oluşturmaktadır. Bir grubun vergi vermeme eylemi haklı davranış olarak kabul edilirken, başka bir grubunki kaçakçılık olarak algılandı. Çünkü birinci gup eylemlerinin yasal temellerini oluşturabilecek kadar güçlü; diğeri ise, görece zayıf idi.

Kendilerini piyasa ekonomisti olarak tanımlayan bir grup iktisatçı, gelir ve kaynak ("kaymak") dağılımında piyasanın tek kurum olmadığı, bunun yanında, başta politik kurumlar olmak üzere, birçok kurumun söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Hiç kuşkusuz, siyasal partiler, bu arada siyasal karar gücü çok önemlidir. Bu görüş, piyasa gücünün yanına diğer güçleri de koyarak, piyasanın gücünü demokratik düzeye çekiyor görüntüsü veriyorsa da, aslında başka bir gerçeği vurguluyor: ekonomi ile siyasetin çakışması!

Türkiye 30 Mart'ta bir yerel seçim, akabinde Cumhurbaşkanlığı seçimi yaşayacak. Muhtemel olarak, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki gelişmelere bağlı olarak, bir de parti başkanlığı seçimi ve genel seçim (Başbakanlık "seçimi /ataması") yaşayacak. Olan ve olması beklenen bu siyasal olayların ne boyutu ile klasik demokrasiye uygun olduğu ya da ne kadarı ile manipüle ediliyor olduğu fazla belli değil. Çünkü, eğer olaylar manipüle ediliyor ise, zaten gerçek boyutu ile halk tarafından algılanmıyor, demektir. Buna rağmen, tüm perdelemelere karşın, sisler arasında bazı ipuçları görülebilmektedir. Cumhurbaşkanlığı halk oylaması arifesinde, bir Devlet Bakanı/bir Milletvekili/bir gazeteci, kendisine devlet görevi edinerek uzak diyarlara gider ve şu anda siyasal aktif gücü olmayan bir kişiden, şu veya bu kişinin Cumhurbaşkanlığının doğal olacağı mesajını alır ve yemeden-içmeden bu haberi sevgili Türk seçmenlerine ulaştırır. Böylece Batı, sadece haberin içeriği ile ilgili değil, fakat haberin taşıyıcısı ile de önemli mesajlar vermiş olur. Bu, sisler arasında görülenlerden sadece bir tanesi. Daha bir­çok böylesi var!

Parti başkanlığı ve dolayısıyla Başbakanlık yarışı da, anlaşıldığı kadarı ile iç ve dış güçlerle dostça dayanışma içinde yürütülecektir. Globalleşen bir dünyada, bir ülkenin, diğer ülkelerin olası tepkilerini dikkate alarak karar vermesi sadece olağan değil, doğrudur da. Yanlış olan: ülke halkını ikinci plana iterek, ülke içi dar gruplar ve dış çevrelerle karar oluşturma stratejisi gelişmektir. Böyle bir yola girmenin nedeni ekonomiktir; Cumhurbaşkanlığına giden yoldan, Başbakanlık hesaplarına dek tüm stratejiler, ekonomik çıkar çevrelerine göre yapılmaktadır. Bunun önemli bir kanıtı; işbaşında bulunanların icraatı ortada iken, bunların tekrar hükümete talip olmalarıdır. Bu noktada siyasal karar organlarının asıl amacı sezilmektedir. Yine aynı noktada, icraatın kimler tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği de açıkça görülmektedir. Enflasyon, çarpık vergi düzeni, işsizlik vb. gibi çok ciddi sosyo-ekonomik sorunlar, tehlike, boyutlarına gelmemek koşulu ile, aslında bir gruba yarar sağlamaktadır. Başka bir açıdan bakıldığında, bu sorunların çözümüne girişmek, bugünkü hakim gruplardan kaynak aktarımına neden olacaktır. Bu nedenle, söz konusu yaraları sarmak bir tarafa, etkili grupları incitmemek için, bunları fazla kurcalamamak gerekiyor.

Ne var ki, bu konuları gerçekte kurcalamamak gerekmekle beraber, bunlarda uyanık olmak ve hatta sosyal demokrat bir görüntü vermek de gerekiyor. Böylece, hem sosyal demokrat ya da sol grupların siyasal karar örgütlerini ele geçirmeleri önlenmiş, hem de uygulanan sistem yumuşatılmış olacaktır. Ayrıca, olası bir sosyal tehlike de önceden sezilerek, bunun önüne geçilmiş olunacaktır. Bu nedenle, iktidarda olmak gerekiyor, onu paylaşmak değil! Terslik şurada ki; galiba bu ilke fazla demokratik değil. Peki, kapitalist sistem uygulanmıyor mu? Ya da serbest piyasa düzeni yok mu? O zaman demokrasi nasıl işliyor? Demokrasiyi bir tarafa bırakalım da, diğer ikisi de çok şüpheli görünüyor! 


0 comments:

Yorum Gönder

A call-to-action text Contact us