Neoklasik
yaklaşımın temeli, gelirlerini kendi üretim faaliyetlerinden elde eden
bireylerin, gelirlerini kendi istekleri doğrultusunda piyasada sunulan mal ve
hizmetler arasında bölüştürmesine dayanmaktadır. Bireylerin belli bir amaç için
yaptıkları harcamanın son biriminden elde ettikleri faydanın, başka bir amaç
için yaptıkları harcamadan elde ettikleri faydaya eşit olması gerektiğini
savunmuşlardır. Birey seçimini yaparken kendine maksimum fayda düzeyini sağlayacak
en uygun bileşimi arayacaktır. Buradaki temel amaç, gelir düzeyi veri alınarak,
fiyat mekanizması sayesinde, piyasanın bireylerin faaliyetlerini düzenleyen en
iyi araç olduğunu göstermektir. Dolayısıyla neoklasik yaklaşım, klasik
yaklaşımın kabul ettiği tam istihdam, tam rekabet, Say yasası ve piyasanın
görünmez el tarafından dengeye geldiği varsayımlarını kabul etmektedir.
Bu
yaklaşıma göre, piyasayı üretici ve tüketicilerin rasyonel davranışları ve
kararları yönlendirecektir. Neoklasik iktisatçılardan Walras, ön kabul olarak
tam rekabet koşulları altında işleyen piyasanın, tam bilgiye sahip ve piyasayı
etkileyemeyecek kadar üretici ve tüketicinin bir araya gelerek toplam arz ve
toplam talebi dengeleyen bir ekonomik sistem ortaya koyduğunu savunmaktadır. Bu
sisteme göre, tüketiciler faydalarını, üreticiler ise kârlarını maksimum düzeye
çıkarmayı amaçlarlar. Böylece toplam gelir toplam tüketime eşit olur ve toplam
talebin toplam arza eşit olduğu pareto optimumu ortaya çıkar. Bu sistemde,
denge fiyatında piyasa ekonomisinin normal olarak dengesizlik veya ekonomik
kriz yaşamasının mümkün olmayacağı savunulmaktadır. Buradan, piyasaya hiçbir
müdahalede bulunulmaması fikrinde olan neoklasik iktisatçıların bir bütünlük
gösterdiği söylenebilir. Piyasaya yapılacak müdahalenin, piyasada arz ve talep
dengesizliğine yol açacağı savunulmaktadı.
Wicksell,
klasik yaklaşımın miktar teorisini geliştirerek para ve kredi mekanizmasının
yarattığı dengesizlikleri incelemiştir. Wicksell, para arzının esnek olduğunu,
faiz oranı ile fiyatlar genel seviyesi ve para arzı arasında fonksiyonel bir
ilişki bulunduğunu savunmuştur. Bu durumda, para arzındaki değişimin faiz
oranlarını etkileyerek fiyatlar genel seviyesini değiştireceğini ileri
sürmektedir. Wicksell, faiz oranlarını piyasa ve doğal faiz olarak ikiye
ayırmaktadır. Piyasa faiz oranı, bankalar tarafından verilen faiz oranı iken,
doğal faiz oranı sermayenin kâr oranıdır. Piyasa faiz oranı doğal faiz oranının
altında olursa, bu durum piyasada talep artışı yaşanmasına neden olur ve
fiyatlar genel seviyesini yükselterek ekonomide enflasyonist bir süreci ortaya
çıkarır. Piyasa faiz oranı doğal faiz oranının üzerinde belirlendiğinde ise
fiyatlar genel seviyesinde düşüşler meydana gelir ve ekonomide deflasyonist bir
süreç yaşanır. Wicksell’e göre, piyasada yatırımlar tasarruflara ve doğal faiz
oranı piyasa faiz oranına eşit olduğunda ekonomi tam istihdam seviyesine
ulaşacaktır.
Neoklasik
yaklaşımın otomatik genel denge varsayımı altında ekonomik krizlerin mantıken
olanaksız veya geçici olarak ele alındığı görülmektedir. Bu yaklaşımda uzun
süreli meydana gelen ekonomik krizlerin, kapitalizmin işleyişinden bağımsız,
sadece dışsal etkenlerden kaynaklanan tesadüfî bir olgu olduğu ileri
sürülmüştür. İktisat tarihi açısından farklı yaklaşımlar olarak ele alınan
klasik ve neoklasik görüşler, genel denge ve miktar teorisi açısından fazla bir
farklılık göstermemektedir. Sonuç olarak, her iki yaklaşımda devlet
müdahalesinin piyasanın işleyişini bozduğu savunulmaktadır. Müdahaleci olmayan
neoklasik ve klasik yaklaşım, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’ne kadar kabul görmüş,
krizle birlikte önemini yitirmiş ve yerini Keynesyen yaklaşıma bırakmıştır.
