Demokrasi, gücün halkda toplandığı
ve halkın yönetiminin sözkonusu olduğu bir rejimdir diyoruz. Oysa bugün bizim
adına demokrasi dediğimiz rejim halkın dışlandığı ve aldatıldığı bir
"halksız demokrasi" den başka bir şey değildir. Halk, adına demokrasi
densin diye belirli aralıklarla yapılan seçimlerle oy sandığına davet
edilmekte, sonra bir dahaki seçimlere kadar unutulmaktadır.
"Demokrasi despotizme dönüşür." Eflatun
"Demokrasi gizli bir aristokrasidir." Pierre-Joseph Proudhon
"Demokrasi nutuk atanların egemen olduğu bir aristokrasisden başka bir şey değildir." Thomas Hobbes.
Bu yazımda demokrasinin
bir eleştirisini yapmak istiyorum. Yazımda günümüzde geçerli olan demokrasi
ilkelerine ilişkin bazı düşüncelerimi aktaracağım. Demokrasinin hastalıklarını
iyi teşhis edebilirsek o zaman tedavi için de doğru adımlar atabiliriz diye
düşünüyorum.
Halksız Demokrasi!...
Çağdaş demokrasilerin
temel ilkeleri ya da özelliklerini bir kaç ana başlık altında özetlemek mümkün.
İlk olarak genel ve eşit oy sistemine dayalı "katılım" ve
"temsil" çağdaş demokrasilerin temel ilkeleri olarak kabul edilmekte.
Buna "temsili demokrasi" de deniyor. İkinci olarak çağdaş
demokrasilerde "çoğulculuk" ilkesi geçerlidir. "Çoğulcu
demokrasi" (plüralizm) siyasi partilerin sayıca çok olması ve iktidar için
rekabet etmeleri anlamına gelmekte. Üçüncü olarak çağdaş demokrasiler esas
itibariyle "çoğunlukçu demokrasi" (majoritarianism) özelliğine sahip.
Çoğulculuk, seçim ve oylama mekanizmasında oy çokluğu ilkesinin geçerli olması
demektir. Son olarak çağdaş demokrasilerin bir diğer önemli kurumu da
parlamentonun üstünlüğü ilkesi. Bu son ilke de parlamenter demokrasi olarak
adlandırılıyor.
Yozlaşan Demokrasi!...
Önemle belirtelim ki,
demokrasi yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali olmuş, ancak günümüze değin
bir "fantasma" olmanın ötesine gidememiştir. Demokrasi kelimesi
maalesef değişik kesimlerce çarpıtılarak anlam erezyonuna ve yorum enflasyonuna
uğratılmıştır. En katı otokratik rejimler bile demokrasiyle hiç alakaları
olmamasına rağmen demokrasi kelimesini kendilerine yakıştırabilmişlerdir.
Marksist Demokrasi deyimi bunun bir örneğidir.
Öte yandan bugün çok
özendiğimiz batı demokrasileri de maalesef gerçek demokrasinin özüne ve ruhuna
tümüyle uygun değildir. Gerçek demokrasi şüphesiz bir fazilet rejimidir. Ancak
çağdaş batı demokrasileri, demokrasi yolunda çok önemli mesafeler katetmekle
birlikte bugünkü haliyle bir fazilet rejimi olmaktan çok uzaktırlar. Bizde
olduğu gibi spastik demokrasiye sahip ülkelerdeki demokrasi uygulaması çağdaş
batı demokrasilerinin bugün için ulaştıkları yerin çok gerisindedir.
Bugün çağdaş batı
demokrasilerinde uygulanmakta olan temsili demokrasi ya da yarı-doğrudan
demokrasi gerçek demokrasi değildir. Gerçek demokrasinin etimolojik kökeni
"Halk" (Demos) ve "Egemenlik" (Kratos) kelimelerine
dayalıdır. Gerçek demokrasi kısaca halkın egemenliği demektir. Oysa bugün
modern demokrasilerde halk gerçek anlamda bir siyasal egemenlik imkanından
yoksundur. Yani demokrasi denilen şey maalesef halksız işlemektedir. Ünlü
siyaset bilimci Maurice Duvarger modern demokrasilere "Halksız
Demokrasi" demekle galiba haksız da değildir.
Gerçek demokraside
egemenliğin meşru kaynağı halktır. Günümüz temsili demokrasilerinde egemenlik
hakkı ve yetkisi milletin seçtiği temsilcilerine devredilmiştir. Dolayısıyla
temsili demokrasilerde seçimle işbaşına gelen siyasal iktidarların
meşruiyetinin gerisinde "halk" iradesinin olduğu kabul edilir.
Siyasal iktidarlar buradan hareketle sık sık "milli irade" yi temsil
ettiklerinden söz ederler. Uygulamada kendilerini milli iradeyi temsil eden bir
kurum olarak gören siyasal iktidarlar millet adına sahip oldukları güç ve
seçilmiş oldukları dönem içerisinde gelecek seçimler endişesi ve kuvvetler
ayrılığı kurumu dışında başka bir sınırlamaya tabi olmaksızın istedikleri
şekilde kullanabilmektedirler.
Önemle belirteyim ki
çağdaş demokrasilerde siyasal iktidarın güç ve yetkilerini sınırlayan temel
kurumların "seçim ve oylama mekanizması" ve "kuvvetler
ayrılığı" olduğu ileri sürülmektedir. Siyasal iktidarların devleti iyi
yönetmediği takdirde sandığa gidildiğinde bunun hesabını seçim kaybederek
ödeyecekleri belirtilmektedir. Sonuç itibariyle temsili demokrasilerde siyasal
iktidarların karar ve uygulamalarını sınırlayan temel kurumlardan birisinin
oylama olduğu kabul edilmektedir.
İkinci olarak siyasal
iktidarlar güç ve yetkilerini anayasa ve yasalara aykırı olarak kullandıkları
takdirde bu defa kuvvetler ayrılığı kurumunun devreye gireceği savunulmaktadır.
Temsili demokrasilerde siyasal iktidarların güç ve yetkilerinin yasama ve yargı
organlarının denetimine tabi olduğu belirtilmektedir. Ancak ne var ki,
uygulamada ne seçim ve oylama mekanizması, ne de kuvvetler ayrılığı siyasal
iktidarların millet adına sahip oldukları güç ve yetkileri istismar etmelerine
ve kötüye kullanmalarına ciddi anlamda engel teşkil etmektedir.
Trajedi...
Kanaatimce temsili
demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş siyasal iktidarların milli iradeyi
temsil eden bir kurum olarak kabul edilmesi büyük bir hata ve yanılgıdır. Bir
kere çağdaş temsili demokrasilerde çoğunluk demokrasisi özelliğine sahip
olduklarından halkın ya da milletin iradesi değil aksine çoğunluğun iradesi
geçerlidir.
Çoğunluk iradesini milli
irade olarak kabul edip, siyasi iktidarı güç ve yetkisini kullanması yönünden
tümüyle meşru olarak görmek doğru değildir. Ancak oybirliği ya da oybirliğine
yakın bir çoğunlukla (kaliteli çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk) seçilmiş bir
iktidarın milli iradenin temsilcisi olduğu söylenebilir. Yoksa basit çoğunlukla
iktidarı kazanan bir parti ya da oylarını birleştirerek çoğunluk oluşturan
partiler (koalisyonlar) hiç bir zaman milli iradenin temsilcisi olduğunu
söyleyemezler ve söylememelidirler.
Çoğunlukçu demokrasi,
"siyasal ilgisizlik" ve "siyasal bilgisizlik" adı verilen
faktörler dolayısıyla da gerçek demokrasi olmaktan fazlasıyla uzaktır. Bir kere
toplumda herkes siyasal karar ve uygulamalara ilgi göstermeyebilir. Bu bireysel
ilgisizlik ve kayıtsızlık dışında devlet de bazen depolitizasyon politikası ile
vatandaşları siyasal katılmadan uzak tutabilir.
İkinci önemli faktör
siyasal bilgisizliktir. Seçmenlerin eğitim ve kültür seviyelerinin düşük
olması, kamu yönetiminin şeffaf olmaması ve bilgi edinme maliyetinin çok yüksek
olması gibi nedenlerle vatandaşlar doğru tercih ve kararlarda
bulunmayabilirler.
Ayrıca siyasal partiler
siyasal manipülasyonlar (yalan-dolan, aşırı vaatte bulunma, propaganda vs.)
yaparak seçmenin cehaletinden istifade ederek onun tercihini kolaylıkla kendi
çıkarları doğrultusunda etkileyebilirler. Yine “"siyasal unutkanlık"
(amnesia) adını verebileceğimiz bir diğer faktör dolayısıyla, önceki seçimlerde
aldatılmış seçmen siyasal manipülasyonlarda tekrar kandırılabilir.
Çoğunluk Despotizmi...
Kanaatimce bugün çağdaş
demokrasilerde halkın egemenliğinden değil çoğunluk egemenliğinden
sözedilebilir. Çağdaş demokrasiler bugünkü haliyle aynı zamanda "çıkar ve
baskı gruplarının egemenliği" ne dönüştürülmüştür. Çıkar ve baskı grupları
(medya, holdingler, odalar vs.) kendi çıkarlarına en uygun bir parti için seçim
kampanyalarına parasal destek sağlayarak veya seçim sonrasında lobicilik
yaparak demokrasiyi yozlaştırabilmektedirler. Özetle, her ne kadar egemenlik
kayıtsız ve şartsız millete aittir dense de gerçekte çağdaş demokrasilerin bir
çoğunda egemenlik kayıtsız ve şartsız parlamentoya, siyasal iktidara ve çıkar
gruplarına aittir.
Parlamentonun
Üstünlüğü...
Bugün, parlamentonun
üstünlüğü ya da yüce meclis düşünceleri de çoğunlukçu temsili demokrasinin
zaafından ve çarpıklığından başka birşey değildir. Parlamentonun üstünlüğü,
yüceliği ya da kutsallığı ancak gerçek demokrasinin kural ve kurumlarının
işlemesi halinde ve varlığı halinde sözkonusu olur. Bir kurum ancak
içindekilerle yüceltilebilir. Doğru olmayan karar ve tercihler ve çıkar
lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun yüceliğinden ve üstünlüğünden
sözedilemez. Maalesef bugünkü haliyle parlamenter demokraside “parlamentonun
üstünlüğü” fikri o kadar, yerleşmiştir ki, parlamentonun yetkilerinin
sınırlanması önerilerinin antidemokratik olacağı savunulur olmuştur.
Halkın hür ve gerçek
iradesine ulaşmak demokrasinin idealidir. Ben bu ideale sahip olmanın
sosyo-kültürel evrimle gerçekleşebileceğine inanıyorum. Ancak bu kaderimize
razı olacağımız anlamına gelmemelidir. Çoğunlukçu temsili demokrasi madem
halkın hür ve gerçek iradesinin bir sonucu değildir, o halde niçin çoğunluk ve
çıkar grupları egemenliğini demokratik bazı araçlarla sınırlamıyoruz?
Politikacılara içi boş "temsili vekalet" yerine niçin temsil
esaslarını ve şartları belirten bir "emredici vekalet" vermiyoruz?


0 comments:
Yorum Gönder