O zamanki adıyla B.Almanya ya da Alman Federal
Cumhuriyeti, Doğu Almanya ile birleşmişti. Bundesbank, zaten enflasyon konusunda bütün Avrupa’nın en 'takıntılı' merkez bankası sayılıyordu. Almanya 1920’lerdeki hiper-enflasyonu ve o zamanki Reichmark’ın yıkılışını hiç unutmamıştı. Bu birleşmenin gerektiği yüksek devlet harcamalarının yüksek enflasyona yol açmaması için faiz oranlarıni yüksek seviyelere çıkarmıştı. Halbuki o sırada ortak bir euro para birimi yoktu. EMS denilen ve üye ülkelerin paralarının birbirine göre oldukça dar bantlarda dalgalanabilmelerine olanak veren bir para sistemi uygulanıyordu. Bu sistem ise ülkelerdeki faiz oranlarının de belli bir uyum içinde olmasını gerektiriyordu. Bu sistem 1979’da başlamıştı, amaç bu dalgalanma aralığını zaman içinde iyice daraltıp sonunda euro’ya yani tek para birimine geçmekti. Başlangıçta elbette sorunlar çıkmış pek çok ayarlamalar (realignments) gerekmişti. Fakat 1987’den sonra sadece iki ufak ayarlama gerekmişti. Her şey yolunda gözüküyordu ve euro’ya geçmek için bantları yeniden daraltmanın zamanının geldiği konuşuluyordu. Tam bu sırada fırtına koptu.
Almanya’nın yüksek faiz oranları ve dolayısıyla
diğer ülkelerle arasındaki pozitif faiz farkının mevcut bantların içine sığan
bir döviz kuru sistemini sürdürmeye el vermeyeceği açıktı. Öte yandan diğer
Avrupa ülkeleri işsizlik problemiyle uğraşıyordu ve faiz oranlarını artırmak da
işlerine gelmiyordu. Onların faiz arttırmaktaki tereddütleri uluslararası
spekülatörlerin bu ülkelerde devalüasyon beklentisine girmesine neden oldu. 8
Eylül 1992'de bir devalüasyonun geleceği üzerine yapılan ilk büyük spekülatif
atak başladı. Daha üç gün önce AB maliye bakanları İngiltere’de toplanıp mevcut
paritelerin devam ettirileceğini ilan etmişlerdi. Hedef özenle seçilmişti: İskandinav
ülkelerinin para birimleri. Çünkü bu ülke para birimleri sadece EMS para
sisteminin kısıtlamalarına tabi olmakla kalmayıp aynı zamanda Alman DM’ına
karşı da çapalanmışlardı (pegged).
Finlandiya merkez bankası belki de akıllıca bir
karar verdi ve direnmekten hemen vazgeçti. İsveç diğer yolu seçti. Faiz
oranlarını %24 artıran İsveç, o noktada da tutunamadı.
İkinci atak Eylül 10-11 günlerinde İtalyan
Lirası’nı hedef aldı. İtalyan Lirası 13 Eylül’de DM karşısında %7 devalüe
edildi. Üçüncü ve asıl spekülatif saldırı 16-17 Eylül’de başladı. Bu kez hedef
hem İngiliz Pound’u hem de İtalyan Lirası’ydı. Bu iki ülke direndilerse de
sonraki haftalarda iki para birimi de DM karşısında %15 civarın-da değer
kaybetmekten kurtulamadı.
Spekülatif saldırı yüzünü yeniden kurunu korumaya
çalışan İsveç’e döndü. Koruma çabası faiz oranlarının gecelik %500’e çıkmasına
yol açtı. İrlanda da aynı yolu seçti ve faizleri %300’e çıktı. İspanya EMS
içinde kalmayı sürdürdü ama Peseta’yı %5 devalüe etti.
20 Eylül’de Fransa’daki referandum’da Maastricht
Anlaşması az farkla da olsa onaylandı. Tek para birimine geçiş takvimini de
düzenleyen bu anlaşmanın reddi krizin kötüleşmesine neden olabilirdi. Az farkla
da olsa kabul oyu spekülasyonun hızını biraz kesti. Ancak Frank’a karşı
yürütülen spekülasyon 23-28 Eylül arası da devam etti. Buna rağmen Banque de
France kısa vadeli faiz oranlarını %2,5 artırdı. İspanya sermaye akımlarına
kontroller uygulamaya başladı.
Eylül ayının sonu gibi kriz, yani akut bunalım
bitti. İki ülke EMS sisteminin dışına çıkmış, pound ve İtalyan Lirası
dalgalanmaya bırakılmış; İspanya ancak devalüasyon pahasına sistemde
kalabilmiş; diğer ülkelerin çoğu paritelerini korumuş ancak çok yüksek faiz
oranlarına katlanmak zorunda kalmıştı ( Blanchard, 2000: 408). Biten aslında
sadece krizin 1. dalgasıydı. Çünkü hala Almanya’nın yüksek faiz oranları sorunu
olduğu yerde duruyordu. Kasım 1992’de 2. spekülatif dalga başladı. Bu kez
başlıca hedefleri İspanyol Pesetası, Portekiz Escudosu ve İsveç Kronuydu. Mayıs
1993’te Peseta ve Escudo yeniden devalüe edildi. Temmuz 1993’te 3. spekülatif
dalga başlayınca, EMS'nin kuralları değiştirildi; tek para birimine giden
takvimde bir geri adım atıldı ve EMS’nin bantları +/- %15 seviyesine kadar
genişletildi. Bunun üzerine spekülatif atakların sonu geldi ve bu geniş bantlı
EMS Ocak 1999’da tek para birimi euronun kullanıma girmesine kadar yürürlükte
kaldı (Blanchard, 2000: 409).
Bu krizin zararları o zaman sanıldığı gibi sadece
AB ülkeleri için olmadı. Bu operasyonlar sonucu büyük para kazanan
spekülatörler aynı yöntemleri daha sonra Asya ülkelerinde deneyeceklerdi.
Böylece usulünce halledilememiş bir krizin daima bir başka krize yol açacağı
dersi kendini bir kez daha öğretecekti. Yine bu yaşanan olaylar krizin bir
hastalık gibi, benzer olduğu düşünülen bünyeler (ülkeler) arasında ne kadar hızlı
yayılabildiği konusunda da iyi bir dersti. Ancak gerek bu kriz ve gerek ise
sonraki Asya krizi bu tür yayılmaların sadece benzer ülkeler arasında ve sadece
döviz piyasaları gibi yüksek volatiliteye sahip piyasalarda mümkün olduğu
izlemini yaratarak yanıltıcı oldu.
1987 Krizi borsalarda yaşanmıştı ancak 1992-93 Krizi sonraki 1997
Asya ve 1988 Rusya Krizleri gibi döviz kurları üzerinde yaşandı. 2007/8
Krizi’nde döviz kurlarında büyük çaplı bir sıkıntı yaşanmadı. Çünkü hemen
bütün ülkeler esnek döviz kurlarına geçmişti ve spekülatörlerin yıkmak için
saldıracakları sabit duvarlar yoktu. Buna karşılık 2007/8 krizinde hükümetler
döviz kurlarıyla değil ama devlet borçlarıyla sorun yaşadılar.

0 comments:
Yorum Gönder