:::: MENU ::::

Daha çok ekonomi, az çok da üstüme vazife olmayan şeyler ...

6/19/2011

Demokrasi, gücün halkda toplandığı ve halkın yönetiminin sözkonusu olduğu bir rejimdir diyoruz. Oysa bugün bizim adına demokrasi dediğimiz rejim halkın dışlandığı ve aldatıldığı bir "halksız demokrasi" den başka bir şey değildir. Halk, adına demokrasi densin diye belirli aralıklarla yapılan seçimlerle oy sandığına davet edilmekte, sonra bir dahaki seçimlere kadar unutulmaktadır.



"Demokrasi despotizme dönüşür." Eflatun

"Demokrasi gizli bir aristokrasidir." Pierre-Joseph Proudhon

"Demokrasi nutuk atanların egemen olduğu bir aristokrasisden başka bir şey değildir." Thomas Hobbes.

Demokrasi aslında -pratik anlamda- despotizmden başka bir şey değildir. Demokrasi konsept olarak her ne kadar "halkın egemenliği" anlamına geliyorsa da uygulamada bu her zaman seçilmiş bazı despotların egemenliğine dönüşmüştür. Daha ilk çağda filozof Eflatun "demokrasi, despotizme dönüşür" sözü ile ciddi bir uyarıda bulunmuştur. Bugün için çağdaş demokrasilerin bir kısmı tam anlamıyla Eflatun’un dediği gibi despotizme dönüşmüş ve yozlaşmıştır. Günümüzde pek çok ülkede ve kendi ülkemizde milletin egemenliği değil, iktidar partisinin sınırsız egemenliği sözkonusudur. TBMM’sinin üzerinde yazılı olan "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Millete Aittir." sözü de malesef gerçeği yansıtmaktadır. Zira, bizde ve bizim gibi özürlü demokrasilerde egemenlik kayıtsız şartsız millete değil siyasal iktidara ve onun liderine aittir. Bu nedenle, "demokrasi despotizmdir" sözü çok doğru bir tesbittir.

Bu yazımda demokrasinin bir eleştirisini yapmak istiyorum. Yazımda günümüzde geçerli olan demokrasi ilkelerine ilişkin bazı düşüncelerimi aktaracağım. Demokrasinin hastalıklarını iyi teşhis edebilirsek o zaman tedavi için de doğru adımlar atabiliriz diye düşünüyorum.

Halksız Demokrasi!...

Çağdaş demokrasilerin temel ilkeleri ya da özelliklerini bir kaç ana başlık altında özetlemek mümkün. İlk olarak genel ve eşit oy sistemine dayalı "katılım" ve "temsil" çağdaş demokrasilerin temel ilkeleri olarak kabul edilmekte. Buna "temsili demokrasi" de deniyor. İkinci olarak çağdaş demokrasilerde "çoğulculuk" ilkesi geçerlidir. "Çoğulcu demokrasi" (plüralizm) siyasi partilerin sayıca çok olması ve iktidar için rekabet etmeleri anlamına gelmekte. Üçüncü olarak çağdaş demokrasiler esas itibariyle "çoğunlukçu demokrasi" (majoritarianism) özelliğine sahip. Çoğulculuk, seçim ve oylama mekanizmasında oy çokluğu ilkesinin geçerli olması demektir. Son olarak çağdaş demokrasilerin bir diğer önemli kurumu da parlamentonun üstünlüğü ilkesi. Bu son ilke de parlamenter demokrasi olarak adlandırılıyor.

Yozlaşan Demokrasi!...

Önemle belirtelim ki, demokrasi yüzyıllar boyunca insanlığın hep ideali olmuş, ancak günümüze değin bir "fantasma" olmanın ötesine gidememiştir. Demokrasi kelimesi maalesef değişik kesimlerce çarpıtılarak anlam erezyonuna ve yorum enflasyonuna uğratılmıştır. En katı otokratik rejimler bile demokrasiyle hiç alakaları olmamasına rağmen demokrasi kelimesini kendilerine yakıştırabilmişlerdir. Marksist Demokrasi deyimi bunun bir örneğidir.

Öte yandan bugün çok özendiğimiz batı demokrasileri de maalesef gerçek demokrasinin özüne ve ruhuna tümüyle uygun değildir. Gerçek demokrasi şüphesiz bir fazilet rejimidir. Ancak çağdaş batı demokrasileri, demokrasi yolunda çok önemli mesafeler katetmekle birlikte bugünkü haliyle bir fazilet rejimi olmaktan çok uzaktırlar. Bizde olduğu gibi spastik demokrasiye sahip ülkelerdeki demokrasi uygulaması çağdaş batı demokrasilerinin bugün için ulaştıkları yerin çok gerisindedir.

Bugün çağdaş batı demokrasilerinde uygulanmakta olan temsili demokrasi ya da yarı-doğrudan demokrasi gerçek demokrasi değildir. Gerçek demokrasinin etimolojik kökeni "Halk" (Demos) ve "Egemenlik" (Kratos) kelimelerine dayalıdır. Gerçek demokrasi kısaca halkın egemenliği demektir. Oysa bugün modern demokrasilerde halk gerçek anlamda bir siyasal egemenlik imkanından yoksundur. Yani demokrasi denilen şey maalesef halksız işlemektedir. Ünlü siyaset bilimci Maurice Duvarger modern demokrasilere "Halksız Demokrasi" demekle galiba haksız da değildir.

Gerçek demokraside egemenliğin meşru kaynağı halktır. Günümüz temsili demokrasilerinde egemenlik hakkı ve yetkisi milletin seçtiği temsilcilerine devredilmiştir. Dolayısıyla temsili demokrasilerde seçimle işbaşına gelen siyasal iktidarların meşruiyetinin gerisinde "halk" iradesinin olduğu kabul edilir. Siyasal iktidarlar buradan hareketle sık sık "milli irade" yi temsil ettiklerinden söz ederler. Uygulamada kendilerini milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak gören siyasal iktidarlar millet adına sahip oldukları güç ve seçilmiş oldukları dönem içerisinde gelecek seçimler endişesi ve kuvvetler ayrılığı kurumu dışında başka bir sınırlamaya tabi olmaksızın istedikleri şekilde kullanabilmektedirler.

Önemle belirteyim ki çağdaş demokrasilerde siyasal iktidarın güç ve yetkilerini sınırlayan temel kurumların "seçim ve oylama mekanizması" ve "kuvvetler ayrılığı" olduğu ileri sürülmektedir. Siyasal iktidarların devleti iyi yönetmediği takdirde sandığa gidildiğinde bunun hesabını seçim kaybederek ödeyecekleri belirtilmektedir. Sonuç itibariyle temsili demokrasilerde siyasal iktidarların karar ve uygulamalarını sınırlayan temel kurumlardan birisinin oylama olduğu kabul edilmektedir.

İkinci olarak siyasal iktidarlar güç ve yetkilerini anayasa ve yasalara aykırı olarak kullandıkları takdirde bu defa kuvvetler ayrılığı kurumunun devreye gireceği savunulmaktadır. Temsili demokrasilerde siyasal iktidarların güç ve yetkilerinin yasama ve yargı organlarının denetimine tabi olduğu belirtilmektedir. Ancak ne var ki, uygulamada ne seçim ve oylama mekanizması, ne de kuvvetler ayrılığı siyasal iktidarların millet adına sahip oldukları güç ve yetkileri istismar etmelerine ve kötüye kullanmalarına ciddi anlamda engel teşkil etmektedir.

Trajedi...

Kanaatimce temsili demokrasilerde seçimle iş başına gelmiş siyasal iktidarların milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak kabul edilmesi büyük bir hata ve yanılgıdır. Bir kere çağdaş temsili demokrasilerde çoğunluk demokrasisi özelliğine sahip olduklarından halkın ya da milletin iradesi değil aksine çoğunluğun iradesi geçerlidir.

Çoğunluk iradesini milli irade olarak kabul edip, siyasi iktidarı güç ve yetkisini kullanması yönünden tümüyle meşru olarak görmek doğru değildir. Ancak oybirliği ya da oybirliğine yakın bir çoğunlukla (kaliteli çoğunluk ya da nitelikli çoğunluk) seçilmiş bir iktidarın milli iradenin temsilcisi olduğu söylenebilir. Yoksa basit çoğunlukla iktidarı kazanan bir parti ya da oylarını birleştirerek çoğunluk oluşturan partiler (koalisyonlar) hiç bir zaman milli iradenin temsilcisi olduğunu söyleyemezler ve söylememelidirler.

Çoğunlukçu demokrasi, "siyasal ilgisizlik" ve "siyasal bilgisizlik" adı verilen faktörler dolayısıyla da gerçek demokrasi olmaktan fazlasıyla uzaktır. Bir kere toplumda herkes siyasal karar ve uygulamalara ilgi göstermeyebilir. Bu bireysel ilgisizlik ve kayıtsızlık dışında devlet de bazen depolitizasyon politikası ile vatandaşları siyasal katılmadan uzak tutabilir.

İkinci önemli faktör siyasal bilgisizliktir. Seçmenlerin eğitim ve kültür seviyelerinin düşük olması, kamu yönetiminin şeffaf olmaması ve bilgi edinme maliyetinin çok yüksek olması gibi nedenlerle vatandaşlar doğru tercih ve kararlarda bulunmayabilirler.

Ayrıca siyasal partiler siyasal manipülasyonlar (yalan-dolan, aşırı vaatte bulunma, propaganda vs.) yaparak seçmenin cehaletinden istifade ederek onun tercihini kolaylıkla kendi çıkarları doğrultusunda etkileyebilirler. Yine “"siyasal unutkanlık" (amnesia) adını verebileceğimiz bir diğer faktör dolayısıyla, önceki seçimlerde aldatılmış seçmen siyasal manipülasyonlarda tekrar kandırılabilir.

Çoğunluk Despotizmi...

Kanaatimce bugün çağdaş demokrasilerde halkın egemenliğinden değil çoğunluk egemenliğinden sözedilebilir. Çağdaş demokrasiler bugünkü haliyle aynı zamanda "çıkar ve baskı gruplarının egemenliği" ne dönüştürülmüştür. Çıkar ve baskı grupları (medya, holdingler, odalar vs.) kendi çıkarlarına en uygun bir parti için seçim kampanyalarına parasal destek sağlayarak veya seçim sonrasında lobicilik yaparak demokrasiyi yozlaştırabilmektedirler. Özetle, her ne kadar egemenlik kayıtsız ve şartsız millete aittir dense de gerçekte çağdaş demokrasilerin bir çoğunda egemenlik kayıtsız ve şartsız parlamentoya, siyasal iktidara ve çıkar gruplarına aittir.

Parlamentonun Üstünlüğü...

Bugün, parlamentonun üstünlüğü ya da yüce meclis düşünceleri de çoğunlukçu temsili demokrasinin zaafından ve çarpıklığından başka birşey değildir. Parlamentonun üstünlüğü, yüceliği ya da kutsallığı ancak gerçek demokrasinin kural ve kurumlarının işlemesi halinde ve varlığı halinde sözkonusu olur. Bir kurum ancak içindekilerle yüceltilebilir. Doğru olmayan karar ve tercihler ve çıkar lobileri ile oluşturulmuş bir parlamentonun yüceliğinden ve üstünlüğünden sözedilemez. Maalesef bugünkü haliyle parlamenter demokraside “parlamentonun üstünlüğü” fikri o kadar, yerleşmiştir ki, parlamentonun yetkilerinin sınırlanması önerilerinin antidemokratik olacağı savunulur olmuştur.

Halkın hür ve gerçek iradesine ulaşmak demokrasinin idealidir. Ben bu ideale sahip olmanın sosyo-kültürel evrimle gerçekleşebileceğine inanıyorum. Ancak bu kaderimize razı olacağımız anlamına gelmemelidir. Çoğunlukçu temsili demokrasi madem halkın hür ve gerçek iradesinin bir sonucu değildir, o halde niçin çoğunluk ve çıkar grupları egemenliğini demokratik bazı araçlarla sınırlamıyoruz? Politikacılara içi boş "temsili vekalet" yerine niçin temsil esaslarını ve şartları belirten bir "emredici vekalet" vermiyoruz?

5/07/2011

Kriz kelimesinin kökeni Yunanca 'karar vermek' anlamına gelen 'krisis' sözcüğünden meydana gelmektedir. Ayrıca kriz kelimesi 'birden bire meydana gelen kötüye gidiş yönündeki gelişme', 'büyük sıkıntı', 'buhran' ve 'bunalım' gibi kelimelerle eşanlamlı olarak da kullanılmaktadır. Kökenine bakıldığı zaman 'karar vermek' anlamında olan kriz geçmiş ve geleceğe yönelik kararların sorgulanmasının gerekli olduğu anlamını taşımaktadır (Çapraz, 2001: 5).
Bir durumun kriz olabilmesi için, krizin temel unsurlarının bilinmesi gerekir. Krizden söz edebilmek için, önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin; makro düzeyde devlet, mikro düzeyde ise firmaları ve bireyleri ciddi olarak etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarması gerekir. Aniden ve beklenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz gelişmeleri kriz olarak adlandırmak gerekir. Zira normal süreç içerisinde ortaya çıkan her sorunu kriz olarak değerlendirmek doğru değildir. Kriz, bu açıdan beklenmedik biçimde ortaya çıkan ciddi bir sorun olarak düşünülebilir. Rutin gelişmeler ve sorunlar kriz değildir. Krizin en önemli özelliğinin önceden tahmin edilemeyen ya da bilinemeyen bir anda ortaya çıkması olduğu söylenebilir.

Kriz, denetlenemeyen bazı dış faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan ve sisteme zarar veren olumsuz gelişmeler olarak da tanımlanabilir. Kriz bir taraftan her hangi bir faktöre bağlı olarak beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan sıkıntılı bir dönemin yaşanmasına neden olurken, diğer taraftan bazı çevreler veya kesimler için krizin yeniden  yapılanma yolunda bir fırsat olarak anlaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda kriz, ekonomik ve kurumsal yapıda yeni bir dönemin başlangıcı olarak ifade edilebilir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 51). Her dengesizlik kriz olarak nitelendirilmez. Kriz, ekonomik ve sosyal yapıyı ilgilendiren yapısal değişiklik sürecini oluşturan ve ekonominin tamamını yeni aşamalara sürükleyen olgular için kullanılmaktadır.

Ekonomik kriz; para, sermaye, işgücü, mal ve hizmet piyasalarında karar alan birimleri aşırı ihtiyatlı davranmaya iten ve ekonomik göstergelerde sürekli kötüleşme yaratan güven sarsılması olarak tanımlanabilir. Piyasada oluşan güvensizlik işlem maliyetlerini artırır, iktisadi anlaşma alanlarını daraltır ve mevcut olan iktisadi sorunların içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olur (Türkan, 2006: 93).

Ekonomik çalışma alanlarının en önemli konularından bir tanesi olan ekonomik kriz, ekonomik gelişme süresinde mal ve hizmetlerin arz ve talep dengelerinin bozulması, tüm ekonomik unsurlar arasındaki ilişkilerin sekteye uğramasına neden olan olumsuz olay olarak tanımlanabilir (Çapraz, 2001: 3). Bu anlamda krizin belli bir sürede gerçekleştiği ve ekonomik yapıyı yakından ilgilendirdiği söylenebilir.

Ekonomik krizler etkiledikleri sektörler açısından, reel ve finansal sektör krizleri olmak üzere ikiye ayrılır. Reel sektör krizleri, piyasada üretim ve istihdamda önemli dalgalanmalar olarak ortaya çıkmaktadır. Finansal sektör krizleri ise, ekonominin reel kesimi üzerinde tahrip edici etkiler yaratabilen ve piyasaların etkin işleyiş biçimini bozan piyasa çöküşleridir. Gelişmekte olan ülke (GOÜ)’lerin piyasasında ortaya çıkan finansal krizler; para, bankacılık, dış borç ve sistematik kriz olarak ayırmak mümkündür (Aktaran, Işık, Alagöz ve Yıldırım, 2006: 239).

Ekonomik kriz ilk görüldüğü alanlardan ekonominin bütününe yayılabilir. Sanayi kesiminin yanı sıra ticaret ve mali kesimi de etkisi altına alarak genişleyen bir görüntü sergilerse, uluslararası ekonomik krize bile yol açabilir. Böyle bir durumda  toplumdaki psikolojik eğilim ve davranışları karamsar bekleyişler yönlendirecek ve bu durum ekonomik krizin süratle yayılmasına yol açacaktır (Çapraz, 2001: 6).

Ekonomik krizleri, sürelerine göre kısa veya uzun süreli olarak ayırmak mümkündür. Krizlerin etkisinin kısa ya da uzun olması, krize karşı alınacak tedbirlerin zamanında alınıp alınmamasına ve bu tedbirlerin uygulanmasına bağlıdır. Herhangi bir sektörde ortaya çıkan bir kriz, diğer sektörleri de etkisi altına alabilmektedir. Ekonomik krizler ekonomide çeşitli şekillerde kendini gösterir. Üretimde hızlı bir daralma, fiyatlar genel seviyesinde ani değişmeler, faizlerde yükselişler, iflaslar, işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, finansal piyasalarda dalgalanmalar ve piyasada spekülatif hareketlerle kendini göstermesi ekonomik krizin göstergeleri olarak algılanabilir (Coşkun ve Balatan, 2009: 15).

Ekonomik kriz sürecinin tanımlanmasının zor ve hassas olmasından dolayı tek bir tanımının yapılamamasına rağmen, kriz sürecinin bazı özellikleri bünyesinde barındırması gerekmektedir. Bu özellikler şöyle sıralanabilir: Ekonomik kriz hızlı ve köklü değişiklerin olduğu bir dönem olmalıdır. Bu değişikliklerin arkasında, istikrar döneminde işleyen sistemin yaşaması için gerekli kurumların ve mekanizmaların işlemez veya eskisi gibi çalışamaz duruma gelmesi gerekir. Ekonomik krizi yaşayan toplumlar geriye baktıklarında, artık hiçbir şey eskisi gibi değil diyen bir anlayış hakim olmalıdır. Bu toplumlarda ileriyi görmenin imkansızlaştığı fikri yangınlaşmalıdır (Yıldızoğlu, 1996: 326).

Ekonomik Krizin Nedenleri

Ekonomik krizler çeşitli nedenlerden meydana gelebilmektedirler. Bunlar şöyle sıralanabilir: Yanlış uygulanan ekonomi programları, gelir dağılımındaki adaletsizlik, arz ve talep yetersizliği, ülke kaynaklarına göre aşırı borçlanma, ülkelerin cari işlemler dengesini koruyamaması, hızla değişen ekonomik gelişmeler ve sermaye hareketlerinin  spekülatif amaçlı gerçekleşmesi ekonomik krizlerin nedenleri arasında gösterilebilir (Cengiz, 2008: 12).

Ekonomik krizlerin nedenleri her zaman ekonomik olmayabilir. Ekonomik nedenlerin yanı sıra; politik, teknolojik, sosyokültürel, iç ve dış alandaki dalgalanmalar zaman içinde krize neden olabilir. Ekonomik krizlerin nedenleri içsel ve dışsal olarak ikiye ayrılabilir.

İçsel Ekonomik Nedenler

Ülke ekonomisinin yapısında meydana gelen aksaklıklar krizlere neden olabilmektedir. Ekonomik sistemin bazı ülkelerde tam oturmamış olması, piyasa sisteminin yanlış anlaşılmasına neden olur. Bu ülkelerde bilgi ve koordinasyon yetersizliği hem merkezi yönetimin hem de piyasa sisteminin etkin çalışmasını engellemektedir (Baytar, 2006: 26-27).

Ekonomik sistemdeki bu tür aksaklıkların ekonomide büyümenin ana faktörü olan yatırım hacminde gerilemelere neden olduğu söylenebilir. Yatırımların tasarruf miktarlarına bağlı olduğu ve tasarruflarda ortaya çıkan yetersizliğin büyümenin önünde bir engel oluşturacağı açıktır. Ayrıca tasarrufların yatırıma dönüşmemesi, mali piyasalarda güven kayıplarına yol açarak tasarrufların yastık altına gitmesine neden olur.  

Uzun dönemde dış ticaret yoluyla ekonominin ihtiyacı olan dövizi karşılayamayan ülkeler dış borçlanmaya başvururlar. Bu durum ülkelerin dış açıklarının artmasına neden olur. Dış açığı kapatmakta dengeleyici rol oynayan unsur sermaye hesaplarıdır. Bu tip ülkelerde genelde döviz ve faiz arbitrajından yararlanmak isteyen sermaye hesabı kısa vadeli sermaye hesabıdır. Ancak, kısa vadeli sermaye yada sıcak para; ilk başta ekonomiye bir refahlık getirebilir ama ülkede oluşan istikrarsızlık ve güvensizlik ortamında o ülkeden hemen kaçar. Bu ise ülkenin kötü olan ekonomik durumun içinden  çıkılmaz bir hal almasına ve ülkenin ekonomik krize sürüklenmesine neden olabilir. Bu tip krizlerin bir özelliği de, domino kuramına uygun bir biçimde bir ülkeden diğerine sıçraması ve yayılma eğilimi göstermesidir (Kazgan, 2008: 228).

Gelişmemiş ülkelerde yetersiz tasarruf oranları ve önemli ölçüde artmış dış ticaret açıkları, verimli olmayan kamu yönetimi ile birleşince kamu kesimi açıkları artabilmekte ve beraberinde ağır sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. İlk olarak, ülke kaynaklarını özel sektörden çok kamu kesimi kullandığından faiz oranlarında bir artışa neden olabilmektedir. Bu durum literatürde dışlama etkisi (crowding-out) olarak bilinmektedir. İkinci olarak, kıt olan kaynakların kamu kesimi tarafından etkin kullanılmaması ya da israf edilmesinin yatırımı artıracak verimli alanlara yeterli kaynak aktırılamamasına neden olduğu söylenebilir. Üçüncü olarak da bankalar ve parası olanların devlet tahviline yönelmesine neden olur (Uysal, 2007: 44). Devletin verdiği faizden gelir elde edenler üreterek değil, faizin geliri olan ranttan kazanç elde ederler ve böylelikle ekonominin bir rant ekonomisine dönüşmesine katkıda bulunurlar.

Ülkelerin ekonomik yapısında meydana gelen aksaklıkları gidermek için uyguladıkları para ve maliye politikalarının bu ülkelerin yapısal özellikleri nedeniyle yetersiz kaldığı söylenebilir. Örneğin, Gelişmiş Ülke (GÜ)’lerde piyasa faiz oranına yapılacak küçük bir değişim piyasa üzerinde büyük bir etki doğururken, GOÜ’lerde aynı düzeyde bir etki için daha büyük oranda bir yüzdesel değişim gerekmektedir (Özgen, 1998: 21).

Bütün bunların yanında ekonomide beklentiler önemli bir etkiye sahiptir. Ekonomik gelişmenin önemli unsurlarından biri piyasa yapıcılarının iyimser beklentilere sahip olmasıdır. Bir ülkenin veya ülkelerin krize girmesi ve krizden çıkmasının piyasadaki psikolojik bekleyişler, ülke veya ülkelerin sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki yapısındaki istikrar ve ekonomi yöneticilerinin kabiliyetlerine bağlı olduğu yadsınamaz bir gerçektir (Sütütemiz, Balaban ve Okutan, 2009: 3).

Dışsal Ekonomik Nedenler

Dışsal ekonomik faktörler ülkelerin ekonomilerine etkisi ülkelerin dışa açıklık düzeyleriyle yakından ilgilidir. GOÜ’ler ya ithal ikameci ya da ihracata dönük bir politika izlemektedirler. İthal ikamesi, daha önce ithal edilen malların yurt içinde üretilmesi olarak tanımlanabilir. İthal ikamesi politikası, serbest ticaret politikasından sapmayı ve yurt içinde üretilmek istenen mallara ait sanayilerin gümrüklerle ve kotalarla dışa karşı korunmasını gerektirir (Uysal, 2007: 39).

GOÜ’ler sanayileşmede kullanacakları stratejileri belirlerken bazı sınırlamalarla karşı karşıyadırlar. İhracata dayalı sanayileşmenin zorunluluğu ve üstünlüğü kabul edilmesine karşın, GOÜ’lerin çoğunluğu ithal ikamesi yoluyla sanayileşmeye ağırlık vermişlerdir. Bunun başlıca sebebi, GÜ’lerin ihraç ettiği sermaye yoğun mallar ile GOÜ’lerin ihraç ettiği emek yoğun mallar arasındaki talebin fiyat ve gelir esnekliklerinin farklı olmasıdır. GÜ’lerdeki tüketicilerin gelirleri arttığı zaman GOÜ’lerin emek yoğun mallarına olan talep artışı, GOÜ’lerin GÜ’lerin mallarına olan talep artışından daha azdır. Gelişmekte olan ve gelişmiş olan ülkeler arasındaki ticaret; emek yoğun malların ihracı, sermaye yoğun malların ithali şeklinde aynı kaldığı sürece, GOÜ’lerin dış ticaret hadleri aleyhlerine gelişecektir.

GOÜ’lerde uzun dönemde istikrarsızlığın temel nedenleri arasında; ülke ekonomisinin dünya ekonomisinden soyutlanması, rekabet şartlarını yerine getirememesi ve teknolojik ilerlemelere ayak uyduramaması sayılabilir.

Buna karşılık; ihracata yönelik sanayileşme stratejisi ile ülkeler dışa açılımı gerçekleştirmişlerdir. İhracata yönelik sanayileşme stratejisi ile ülkelerin mal ve hizmet ticaretinin ve daha sonraki aşamalarda mali piyasaların serbestleşmesi ile dışa açıklık düzeylerine bağlı olarak dünya ekonomisindeki değişmelere duyarlılık düzeylerinin gittikçe arttığı söylenebilir. Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle dünya üzerindeki ülkelerin neredeyse tamamı dışa açık ekonomi politikaları uygulamaktadır. Dünyada küreselleşmenin etkisi, iletişim ve elektronik teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan ekonomik krizler diğer bölgelere hızla yayılmakta ve uluslararası boyut kazanması durumuyla karşılaşılmaktadır. Dünya ekonomisinde genel daralma ve dalgalanmalar sonucu ülkelerin dış ticaretinde önemli olan ülkelerde meydana gelen sorunlar dış ticaret hadlerinde değişmeler meydana getirerek ülke ekonomilerini olumsuz etkilemektedir. Diğer taraftan uluslararası finans piyasalarının ve bağlı bulundukları kurumların (Dünya Bankası ve IMF) yaptırımları, rakip ülkelerde devalüasyon ve yoğun rekabet, hammadde ve enerji fiyatlarındaki büyük artışlar da ekonomik krize girilmesinde ülke üzerinde büyük baskılar oluşturabilmektedir (Şahinöz, 2005: 2-3).

3/12/2011

[1] Bir fizikçi bir kimyacı ve bir ekonomist ıssız bir adaya düşmüş.
Yiyecek bir şey yok. Lakin bir bakmışlar, sahile vuran bir konserve kutusu… Dolma!
Fizikçi demiş ki… “Bir taşla vurup açalım, yeriz.”
Kimyaci demiş ki… “Ateşe atalım hem pişer hem de kutu açılır.”
Ekonomist… Farzedelim ki elimizde bir konserve açacağı var…”
Paul Samuelson


[2] Ekonominin ilk kurali: Yeryüzündeki her bir ekonomist için onun söylediginin tam tersini savunan bir diger ekonomist bulunur.
Ekonominin ikinci kurali: Her ikisi de hatalıdır.

[3] Dün öngördüklerinin bugün neden gerçekleşmediğini yarın açıklayabilen insana ekonomist diyoruz.
Laurence J. Peter

[4] Ekonomik raporlarin temelinde, satın almak istediginizi almak için en iyi zamanın aslında geçen yıl oldugu gerçeği yatar.
Marty Allen

[5] Bir odaya iki ekonomist girerse iki farkli fikir duyarsiniz. Gerçi bu ekonomistlerden biri Lord Keynes ise üç farkli fikir duyarsiniz.
Winston Churchill

[6] Birisinin ekonomi uzmani olmasindan süphe ediyorsunuz… Gerçekten ekonomist olup olmadıgını nasıl anlarsiniz? Su soruyu soracaksınız…
“Bilgisizlikle umursamazlık arasinda ne fark vardir?”
Eger cevap…
“Bilmiyorum ve umrumda da degil” şeklinde gelirse…
Hiç süpheniz olmasın bir ekonomistle karsı karsıyasınız

[7] Adam basit bir hastalık olduğunu düşündüğü bir rahatsızlık için doktora gitmiş ve birden çok ağır hasta olduğunu, hastalığının tedavisi olmadığını ve sadece altı ay ömrü kaldığını öğrenivermiş. Üzüntü içinde doktora ‘Yapabileceğim bir şey var mı?’ diye sormuş, doktor da ‘Tabii demiş, ekonomist genç bir bayan bul, onunla evlen ve bir Brezilya gezisine çık!’ Adam heyecanla bu benim ömrümü uzatır mı?’ diye sormuş ama doktorun cevabı da şaşırtıcı olmuş. ‘Hayır, uzatmaz ama iktisatçı o kadar can sıkıcı olur ki, sanki daha uzun zaman geçmiş gibi hisseder, kendini daha çok yaşamış gibi sanırsın!’

[8] Bir matematikçi, bir muhasebeci ve bir ekonomist aynı işe baş vururlar. Görüşmeci matematikçiye sorar:
- “iki kere iki kaç eder?”.
Matematikçi cevap verir:
- “Dört!”.
Görüşmeci sorar:
- “Kesin dört mü?
Matematikçi kendinden emin cevaplar:
- “Evet, kesin dört!”
Matematikçi çıkar ve ekonomist odaya girer. Bu sefer görüşmeci aynı soruyu ekonomiste yöneltir. Ekonomist yanıtlar:
- “Ortalama dört eder, yüzde 10 aşağıya veya yukarı oynayabilir, ama ortalama dört eder!”.
Ekonomistte de çıkar, muhasebeci odaya girer, aynı soru ona da sorulur.
Muhasebeci ayağa kalkar, kapıyı kilitler, panjurları indirir ve görüşmeciye yaklaşarak sorar:
- “Kaç etsin istersiniz?

[9] İki tane bankacı parkta yürüyorlarmış. Birisi yaşlı bir kurt.diğeri ise yeni bankacıymış. Yaşlı bankacı yürürken ekonominin sırlarını öğretmek için genç olana nasihat veriyormuş. 
Yaşlı Bankacı: 
Bak evlat ekonomide önüne hangi fırsat çıkarsa çıksın bunu değerlendirmen gerekir. Mesela önümüzde bir hayvan dışkısı var. Sana 1 milyar versem onu yermisin der. 
Genç Bankacı 
Gerçekten mi efendim. Tamam neden olmasın der. 
Ve gerçekten de dediğini yapar.Sonra tekrar yürümeye devam ederler. Karşılarına bir tane daha çıkar. 
Yaşlı Bankacı 
Bak şimdi evlat misal bana da 1 milyar versen bende bunu yerim. 
Genç Bankacı 
Tamam o zaman efendim yediğiniz taktirde bende size 1 milyar vereceğim der. 
Gerçekten de yaşlı olanda dediğini yapar ve genç olan 1 milyarı kendine uzatır. Daha sonra yürümeye devam ederler. 
Genç Bankacı 
Sizden 1 milyar aldım ben yedim. Sizde benden verdiğiniz parayı aldınız sizde yediniz. Peki söylemesi ayıp ikimizde karlı çıkmadık, biz bu b.ku niye yedik der. 
Yaşlı Bankacı 
Öyle deme evlat. 2 milyarlık işlem hacmi yarattık.

[10] Amerika'da bir ilan sitesinde genç bir kız aşağıdaki ilanı yapar; 

25 yaşında kültürlu, akıllı ve çok güzel bir kızım ve New York'ta yaşıyorum. Yıllardan beri bir sürü erkekle çıktım, ama hepsi yılda 250.000$'ın altında kazanan erkeklerdi. Bu meblağın az olduğunu düşünüyorum ve yılda $500.000 dolar üzerinde kazanan bir erkekle evlenmek istiyorum. Çevremde benden çirkin ve kültürsüz bir sürü kızın zengin erkeklerle evlendiğini gördüm, onları nerede bulabileceğimi bilen varsa beni bilgilendirmesini rica ediyorum. 

İlana iyi kötü çok sayıda kişi cevap vermiştir, ancak içlerinden birisinin cevabı dikkat çekicidir; 

anladığım kadarıyla evlilik için önceliğin kişi değil para. Ben senin aradığın kriterlere uyan birisiyim yani yılda 500.000$ üzerinde kazanan varlıklı biriyim. Ancak olaya finansal açıdan bakarsak, benim varlıklarım önümüzdeki yıllarda muhtemelen daha da büyüyerek değer kazanacaktır yani zenginliğim artacaktır. Ancak karşılığında senin bana sunduğun varlıkların yani güzelliğin ise zaman geçtikçe daha da değer kaybedecek nitelikte . Bu durumda, finansal bir karar vermek gerekirse satın alma yerine kiralamayı tercih ederim.

[11] Bizim Temel uluslararası ekonomi toplantısına katılır. Devletin topladığı vergi dağılımını tartışırlar. Konuşmacılardan biri Amerikalı, biri Avrupalı, biri de Temel. Ortaya bir fikir atılır. Halktan toplanan vergiler nasıl dağılım yapılacak.

Amerikan vatandaşı söz alır:
-"Bizim Amerika’da önce yere bir çizgi çizeriz ve sonra topladığımız vergileri havaya atarız. Çizginin soluna düşen paraları halka hizmet olarak geri veririz, sağ tarafta kalan devlete kalır, yatırım yaparız..."

Derken Avrupalı söz alır ve:
-"Bizim Avrupa’da başka ama ona benzer bir uygulama yaparız. Önce yere bir daire çizeriz. Halktan toplanan vergileri havaya atarız. Dairenin dışında kalan halka hizmet olarak geri döner, dairenin içine düşenleri devlet harcamalarına kullanırız... "

Sıra bizim Temel’e gelir ve başlar anlatmaya:
-"Ula uşaklar ne güzel anlattunuz. Keşke bizde sizun
çirkefluklerunuzi değil da habu çalışkanluğunuzi alsak... İnanun bizum öyle bir uygulamamız yok. Bizde daha kısa oluyi... Bi kere öyle yere çizgi çizmezuk. Bizde hükümet halktan toplar vergileri. Atar havaya. Yere düşenleri kendilerine harcama yaparlar. Havaya kalanlar halka hizmet olarak geri döner..."

[12] Siyasiler boş yere kavga ederse ekonomi de vatandaşa kalır... Temel, Dursun ve İdris’in parasızlıkları canlarına tak eder. Bir taraftan işsizlik bir taraftan geleceği kapkara bir siyaset... Ekonomi ve enflasyonu bırakan siyasiler devamlı kavga ederler...
Bunlar da oturur geleceğimizi, yani ekonomi, işsizlik nasıl çözülür onu tartışırlar. İdris söz alır:
Uşaklar ben en hızlı kalkunmanun yolini buldum... Bi uçak filosu yolliyalum. New York’i bombaliyalum... Sora da Amerika bize atom atar. Teslim oluruk. Sora da Japonya gibi çikaruk ortaya aha zengin oldun...
Dursun atılır:
- Ula daha kolayi varken öyle niye edeyruk... En iyisi Amerika’ya savaş ilan edelum Beşinci Filo oriya çıkarma yapar... Savaşı kaybederuk... Ardından Almanya gibi ortaya çikaruk aha zenginsun. Sonunda Temel atılır, kafasını kaşır ve:
- Ula uşaklar ya savaşi biz kazanursak, oni hiç hesap etmedunuz...

[13] Ekonomik kriz yüzünden büyük para problemi olan Temel, çocuk kaçırıp fidye istemeye karar vermiş.
Şehrin büyük bir parkında çocuğun birini gözüne kestirmiş
Önce bir not yazmış: Çocuğinu kaçurdum. Bunu yaptuğum içun üzgünüm ama kusura bakma çünki gerçekten paraya ihtiyacum var. Yarin sabah saat 7'de falanca parktaki filanca agacin altina bir siyah çantada 5 bin lira getur.
İmza: Laz
Çocuğun yanına gitmiş, notu çocuğun ceketinin iç cebine koyup, doğruca evine gitmesini ve notu babasına göstermesini söylemiş..

Ertesi sabah parka geldiğinde söylediği ağacın altında, söylediği renkteki çanta içinde 5 bin olan emaneti bulmuş.
Paraların yanında bir de not varmış:
" Paran purada ama bir Laz hemşerisine nasil peyle bir şey yapar inanamayrum, inanamayrum."
Mühim Biri
 

2/09/2011

ABD borsalarında son yüzyıl içinde yaşanan en büyük 10 düşüş:



Dotcom Krizi 2000 – 2002:


ABD borsalarında yaşanan en büyük 10. düşüş, herkesin rahatlıkla hatırladığı ve “dotcom krizi” olarak da bilinen büyük düşüştü. Teknoloji balonunun patlaması ve 11 Eylül saldırıları nedeniyle bu düşüş bu listede bulunan diğer tüm düşüşlerden daha uzun sürdü; ancak bu düşüş diğerleri kadar derin olmadı.
Başlangıç Tarihi: 15/1/2000 Bitiş Tarihi: 9/10/2002
Toplam Gün Sayısı: 999
DJI Başlangıç 11,792.9
DJI Bitiş 7,286.2
Toplam Kayıp yüzde eksi 37.8


1916 – 1917 yılları arasında yaşanan düşüş:

Borsalardaki en büyük 9. düşüş, I. Dünya Savaşı döneminde yaşandı. Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, borsa bu düşüş sırasında yüzde 40 değer kaybetti; yani borsadaki bin dolarlık yatırımınız 600 dolara indi. Bu parayı geri kazanabilmeniz için borsanın yüzde 66.7 yükselmesi gerekecekti.
Başlangıç Tarihi: 21/11/1916 Bitiş Tarihi: 19/12/1917
Toplam Gün Sayısı 393
DJI Başlangıç 110.15
DJI Bitiş 65.95
Toplam Kayıp  yüzde eksi 40.1


1939 – 1942 yılları arasında yaşanan düşüş:

Bu düşüş 8. sırada olmasına rağmen bu güne kadar yasanan en uzun düşüşlerden biriydi (yaklasık 3 yıl). Piyasaların toparlanmakta zorlanmasının en büyük sebepleri, II. Dünya Savaşı ve Pearl Harbor’a yapılan saldırıydı.
Başlangıç Tarihi: 12/9/1939 Bitiş Tarihi: 28/4/1942
Toplam Gün Sayısı 959
DJI Başlangıç 155.92
DJI Bitiş 92.92
Toplam Kayıp yüzde eksi 40.4


1973 – 1974 yılları arasında yaşanan düşüş:

Bu düşüş, bazılarımızın da hatırlayacağı gibi Vietnam Savaşı ve Watergate Skandalı’yla başlayan ve sona ermesi 694 gün süren oldukça uzun bir düşüştü.
Başlangıç Tarihi: 11/1/1973 Bitiş Tarihi: 06/12/1974
Toplam Gün Sayısı 694
DJI Başlangıç 1051.70
DJI Bitiş 577.60
Toplam Kayıp yüzde eksi 45.1


1901 – 1903 yılları arasında yaşanan düşüş:

1900 yılı öncesine ait bir kayıt bulunmadığı için 1901 – 1903 yılları arasında yasanan düşüş bu listeye giren en eski düşüş. Bu dönemi daha iyi anlayabilmek için şu verilere göz atabilirsiniz.
- ABD’deki ortalama yasam süresi 47 yıldı.
- Evlerin sadece yüzde 14’ünde küvet vardı.
- Birçok şehirdeki maksimum hız limiti 16 km/saat’ti.
- Doğumların yüzde 95’i evde gerçekleşiyordu.
- Nüfusun sadece yüzde 6’sı lise mezunuydu.
- En fazla ölüme neden olan hastalıklar zatüre ve gripti.
- Amerikan bayrağında 45 yıldız vardı.
Başlangıç Tarihi: 17/6/1901 Bitiş Tarihi: 9/11/1903
Toplam Gün Sayısı 875
DJI Başlangıç 57.33
DJI Bitiş 30.88
Toplam Kayıp yüzde eksi 46.1


1919 – 1921 yılları arasında yaşanan düşüş:

Bu düşüş, I. Dünya Savaşı’ndan sonra borsalarda yasanan yüzde 51’lik yükselişin ardından geldi. Düşüş Ağustos 1921’de sona erdikten sonra borsalarda ve ekonomide tekrar büyük bir patlama yaşandı.
Başlangıç Tarihi: 3/11/1919 Bitiş Tarihi: 24/8/1921
Toplam Gün Sayısı 660
DJI Başlangıç 119.62
DJI Bitiş 63.9
Toplam Kayıp yüzde eksi 46.6


1929 yılında yaşanan düşüş:

Yasanan en kısa düşüş olsa da bu düşüşün etkileri ölümcüldü; çünkü birçok yatırımcı iki ayda paralarının yarısını kaybetmişti. “Büyük Buhran” olarak da adlandırılan bu düşüş, hala birçok kişi için bilinen en kötü düşüştür.
Başlangıç Tarihi: 3/9/1929 Bitiş Tarihi: 13/11/1929
Toplam Gün Sayısı 71
DJI Başlangıç 381.17
DJI Bitiş 198.69
Toplam Kayıp yüzde eksi 47.9


1906 – 1907 yılları arasında yasanan düşüş:

Bu yıllar “1907 Panik Dönemi” olarak da bilinir. O dönem ABD Hazinesi düşüşü yavaşlatabilmek için 36 milyon dolar değerinde hükümet tahvili satın almıştı.
Başlangıç Tarihi: 19/1/1906 Bitiş Tarihi: 15/11/1907
Toplam Gün Sayısı 665
DJI Başlangıç 75.45
DJI Bitiş 38.83
Toplam Kayıp yüzde eksi 48.5


1937 – 1938 yılları arasında yasanan düşüş:

Büyük Buhran'dan sonra borsalar kayıplarının yarısını telafi etti; ancak savaş endişeleri ve Wall Street skandalları nedeniyle 1937 – 1938 yılları arasında borsalarda bir düşüş daha yaşandı.
Başlangıç Tarihi: 10/3/1937 Bitiş Tarihi: 31/3/1938
Toplam Gün Sayısı 386
DJI Başlangıç 194.40
DJI Bitiş 98.95
Toplam Kayıp yüzde eksi 49.1


1932 yılında yasanan düşüş:

Bu düşüş bütün düşüşlerin en büyüğüydü; çünkü yatırımcılar 813 gün içinde paralarının yüzde 86’sını kaybetmişti. 1929’daki düşüşle beraber düşünüldüğünde, 9 Mart 1929’da borsada bin doları olan bir yatırımcı, 8 Temmuz 1932’de bu paranın sadece 108.14 dolarına sahipti. “Büyük Buhran” olarak da bilinen bu iki düşüşle kaybettiğiniz parayı geri kazanabilmek için 22 yıl, yani 1954 yılına kadar beklemeniz gerekecekti.
Başlangıç Tarihi: 17/4/1930 Bitiş Tarihi: 8/7/1932
Toplam Gün Sayısı 813
DJI Başlangıç 294.07
DJI Bitiş 41.22
Toplam Kayıp yüzde eksi 86.0

1/19/2011

John Stuart Mill klasik ekonomi politiğin son büyük temsilcisi olarak aynı za­manda bir sonraki dönemin izlerini taşıyan bir iktisatçıdır. Bu anlamıyla o sadece kriz teorisi açısından değil iktisat teorisi tarihi açısından da geçiş niteliği taşır. Babası James Mill’in ilk kurucuları arasında yer aldığı ve ünlü Say Kanunu’nun üzerinde aslında Mill Kanunu da denilebilecek kadar hakkı bulunan klasik ekonomi politik eko­lünün bir anlamda gerçek kapanışını yapmak da oğul J. S. Mill’e düşmüştür. J. S. Mill’in Principles of Political Economy adlı eseri uzun yıllar akademik dünyada iktisat biliminin temel giriş eseri olarak kabul edildi. Jevons ise yeni bir ekolün, marjinalist iktisadın Walras ve Menger ile birlikte üç büyük kurucusundan biri olarak ilk anda bir geçiş teorisyeni sayılmayabilir. Ancak kriz teorisi açısından bakıldığında sonraki döneme ve önceki döneme ilişki önemli farklılıkları vardır. Ve belki de bu iki iktisatçıya geçiş teorisyenlerinden çok ara dönem teorisyenleri demek daha doğru olacaktır. J. S. Mill’e dönecek olursak evvelki klasik iktisatçılarla arasındaki farkı onun genel bolluk (general glut) krizlerini kabulü ile görebiliriz.

'Pek az insan, her yıl bu kadar çok yeni sermaye için yeterli miktarda kazançlı (remunerative) istihdam bulmanın büyük zorluğunu kabulde tereddüt edecek ve çoğu da genel bir bolluk (a general glut) olarak adlandırılan durumun ortaya çıkacağı sonucuna varacaktır. Yani metalar üretilecek, fakat ya satılmadan kalacak veya ancak bir zarar bahasına satılacaklardır.' (J. S. Mill, 1965: 732)

Daha önce gördüğümüz gibi bu durum Ricardo-Malthus veya Say-Malthus, Sismondi arasındaki tartışmaların bam telidir ve ne Say ne de Ricardo bir genel bol­luğun mümkün olabileceğini asla kabul etmemişlerdi. Fakat J. S. Mill’in, tıpkı politik tutumu gibi (liberal-reformcu ve ılımlı bir sosyalist sayılabilirdi) ekonomi politik içindeki tutumu da garip uzlaşmalar içerir. Bunu yukarıdaki cümlesinin hemen devamında bu kez Say Kanunu’nu savunurken görebiliriz.

Yani Mill, hem genel bolluk krizini hem de Say Kanunu’nu kabul etmektedir. Üs­telik Mill’in bir sonraki cümlesi daha da ilginçtir. Bahsettiği zorluk bir sektörel orantısızlık meselesinden çok, daha sonra Marx’ın tasvir ettiği şekle benzeyen bir azalan kar oranları teorisidir.

"Gerçekte olacak olan, bu sermayenin, hızlı bir kar oranı azalmasına duçar olmadan istih-dam edilmesinin sadece zor değil fakat olanaksız olmasıdır." (J. S. Mill, 1965: 732)

J. S. Mill ayrıca krizler konusunda özel olarak çalışmış az sayıdaki klasik iktisatçıdan biridir. Principles of Political Economy with Some of Their Applications to Social Philosopy adlı kitabı bu konuda önemli bir çalışma olarak tanınır. Zaten 'Principles' da da krizler konusuna çok sayıda atıf vardır. J. S. Mill’in krizler ile ilgili düşünceleri üç ayrı unsurdan oluşmaktadır denilebilir.

1. İnsan aklının ve nesillerinin tutumu.
2. Spekülasyon ve bunun sonuçları
3. Azalan kar oranı.

Mill’de bunlar adeta birbirini doğuran nedenlerdir. J. S. Mill faiz oranlarındaki dalgalanmalara dikkat çe­ker ve bu dalgalanmaların borç verilebilir fon arz ve talebinden etkilendiğini; dalga-lanmalara daha çok sebep olanın ise fon arzındaki dalgalanmalar olduğunu söyler. Özellikle borç verilebilir fonların (loanable funds) arzının spekülasyonun başlayacağı dönemlere doğru çok arttığını belirtir. Tersine gerileme dönemlerinde ise kimse borç vermek istemez. Spekülatif dönemlerde para ve kredi verenler de işlerini geliştirmek isterler ve kendilerine ait olmayan sermayeleri de kullanarak sermayelerine oranla daha fazla iş yapmaya çalışırlar –ki bu da diğer işadamlarının o dönemdeki tutumla­rına uygundur. Böyle olunca faiz oranı fazlasıyla düşük olarak teşekkül eder. Tersine hızlı geri çekilme (revulsion) dönemlerinde de borç verilebilir arzı düşer; faizler yükselirken, kimi spekülatif maceraların başarısızlıkla sonuçlanmasının getirdiği haberler beraberinde bir paniği tetikler; elde görünüşte bir spekülasyon krizi mevcuttur (J. S. Mill 1965: 641). Fakat bu tek kerelik bir vakıa değildir; dönemsel tekrarları olan, periyodik bir çevrim söz konusudur.

Mill özellikle paniğe götüren süreçte özel bir tür para talebi konusuna dikkat çe­ker. Bu borç ödemek için sermaye değil doğrudan yasal ödeme aracı yani para pe­şinde olan taleptir. Bu para talebi diğer tür para taleplerine göre faiz oranlarını aşırı yükseltici etkilere sahiptir (J. S Mill,1965: 644). Mill böyle durumlarda devletin hızla para basmasının faydasına dikkat çeker. Mill burada yeri geldiğinden olsa gerek Ricardo’dan ve Peel’den kaynaklanan Nakit Ekolü (Currency School) ile Tooke ve Fullarton’un Bankacılık Ekolü (Banking School) arasındaki tartışmaya atıf yapar. Fiyat artışları para arzının artmasından dolayımıdır yoksa fiyatlar arttığı için mi para arzı artmaktadır. Günümüze kadar uzayan bu tartışmada Normal durumlar için Mill, Tooke ve Fullarton’a daha yakın bir duruş sergiler ancak spekülatif dönemlerde bankerlerin para yaratarak spekülasyonu ve tabi fiyat artışlarını da destekledikleri yönünde ciddi şüpheleri olduğunu da ifade eder (J. S. Mill, 1965: 653). Mill bu dö­nemdeki spekülatörlerin para talebinin de faiz oranlarının artışına etkisine işaret eder. Hele de başarısız spekülatörler ellerindeki malları fiyat artar ümidiyle biraz daha tutabilmek için tıpkı borç ödeme için ne olursa olsun para arayanlar gibi faizin hızlı yükselmesi yönünde etki yaratıcı özel talep türlerinden birini oluşturur. Bankerlerin bu dönemde yeni para yaratmaları da bu tür başarısız spekülasyonların vakitli-ce çözülmesini önleyerek aşırı spekülatif ortamı ve faiz yükselmesini tetikler. Bu süreç ne kadar uzarsa sonraki panik de o kadar keskin olur. Kimi zaman yurt dışı talep vb gibi kimi özel durumlar (örneğin Latin Amerika’daki veya ABD’de İngiliz mal-larına büyük talep olduğu yolunda doğru veya abartılmış kimi iddialar) da bu spekülasyon eğilimini artırır. Bütün iş alemi genel olarak daha çok kredi kullanma eğilimi içine girer. Bu spekülasyonlar kimi zaman ılımlı spekülasyonlar olsa da kimi zaman 'akıldışı' (irrational) spekülasyonlardır ve genellikle bir ticari krize yol açan hızlı bir gerilemeye (revulsion) yol açarlar (J.S Mill, 1965: 655).

Spekülasyonların kriz yaratıcı etkisini vurgulamasına rağmen aslında Mill’in spekülasyon ve spekülatör hakkındaki tutumu olumludur. Onlar olmasaydı tam tersi­ne fiyatlar konusunda hele de mevsimsel açıdan büyük farklar taşıyan tarımsal ürünlerde çok daha büyük fiyat dalgalanmaları olurdu. Spekülatörler toplum için faydalı­dır der (J. S. Mill, 1965: 706). Spekülatörlerin fiyat yükselttiği iddiasına karşı sadece kendi çabasıyla kıtlık yaratma vb  yoluyla fiyat yükseltmeye çalışan spekülatörün muhtemelen başarısız olacağına değinir. Spekülatör fiyat yükselişinden faydalanıyorsa spekülatörün bunu önceden doğru tahmin etmiş olmasındandır. Bu durumda bile spekülatörün kazancı toplumun zararına değil genellikle yanlış tahmin eden spekülatörlerin zararına, onlardan bu spekülatöre bir gelir transferi şeklindedir. Mill, aslında toplum geliştikçe güvensizliğin ve fiyat dalgalanmalarının daha azalacağını öne sürer. Arzdaki ve gerçek (spekülatif olmayan) talepteki hızlı farklı­laşmalar ileri toplumlarda daha azdır. Diğer yandan spekülasyonların büyük çoğunluğu hakkındaki fikri de belirttiğimiz gibi olumludur. Peki o zaman krizlere götüren şey nedir? Çünkü Mill de kabul etmektedir ki ticari kriz ileri toplumlarda azalmak bir yana üstelik bir de dönemsel nitelik kazanmıştır. Ona göre bunun altında yatan sebep ise kar oranlarının azalmasıdır.

"Akıldışı spekülasyonla başlayıp bir ticari krizle sona eren bu tür olayların bugüne kadar sa­nayinin gelişimi ve sermayenin büyümesi ile azaldığı söylenemez. Tersine, bunlar, genelde söylendiği üzere artan rekabet nedeniyle daha da artmıştır. Fakat ben (artan rekabet yerine bunların sebebinin –C.A) düşük faiz ve kar oranlarının kapitalistlerin normal ticari karlarıyla tatmin olmayışları olduğunu söylemeyi tercih ederim." (J. M. Mill, 1965: 709)

J.S. Mill’in kar oranının azaldığı düşüncesi Marx’ı da etkileyecektir. Gelişmiş toplumlarda düşen kar oranlarının sebebini incelemeye başlarken Mill önce Adam Smith’in aynı olguyu o zamandan teşhis etmiş olduğuna ancak bunu rekabetin za­man içinde artmasına bağladığına değinir ki Mill’e göre bu teşhis yanlıştır. Çünkü rekabetten dolayı fiyatlar düşse de eğer bu bütün toplumu etkiliyorsa genel bir fiyat düşüşünden bahsedilmelidir. Bu ise kar oranlarını etkileyecek gerçek anlamda bir düşüş olamaz. Mill’in kitabının 'Karların bir asgariye Düşme Eğilimi' başlıklı bu bö­lümünde kar oranlarının düşüşü açıklaması Ricardo’da da görülen verimsiz toprakla­rın zamanla tarıma açılmasıyla diferansiyel rantın artması karın ise azalmasıyla ilgili hususun bir benzeridir. Sermaye birikimi eğer maliyet düşürücü icatlar vb.nin hızından daha fazlaysa giderek kaynaklar daha verimsiz kullanılır. Mill burada çağdaş azalan verimler kanununun ilk formülasyonunu Ricardo’ya göre daha kapsamlı tasvir eder. Yeterli nüfus bulunabilse bile bu fazla ek nüfus giderek verimsiz kullanılacaktır. Ayrıca nüfus artışının sermaye birikiminin hızına yetişememesi de mümkündür zaten o zaman da ücret artışları karları aşağı çekecektir. Ancak Mill’in modern toplum ge-liştikçe ortalama karların düşmesi tezi sadece bunlara dayanmaz. Toplumsal ve ekonomik gelişim ile birlikte genel istikrar ve güvenlik artacak, insanların geleceğe ilişkin kaygıları azalacaktır. Gelecekte büyük değişimler dolayısıyla büyük fırsatlar veya endişeler beklenmediğinden eskiden örneğin Kral John İngiltere’sinde veya geri kalmış ülkelerde yatırım yapma isteğini ortaya çıkarmak için %30-40’lık bir kar oranı gerekli iken kendi döneminin İngiltere’sinde %3-4’lük bir oranın yeterli oldu-ğundan dem vurur (J. S. Mill, 1965: 730). Güvenlik ve gelecek kuşkusunun azalması geleceğe yönelik tasarruf eğiliminin sürmesini sağlarken bu tasarruf oranına uygun kaynaklar giderek azalmaktadır. Tüm bu saydığımız etkenler bir arada ele alındığında gelişmiş ülkelerin hele de Amerika gibi geniş bakir toprakları olmayan İngiltere türü eski ülkelerin kaynaklarının verimli kullanımını kısa sürede hızlı sermaye birikimi ile tüketmeleri ve 'iktisatçıların durağan durum dedikleri bir noktaya gelmeleri' (J. S. Mill, 1965: 731) kaçınılmaz görünmektedir.

Fakat Mill tıpkı Marx’ın yaptığı gibi bu noktada bahsettiği eğilime karşı duran etkenleri saymaya girişir. Ve kriz konusu bir kez daha sahneye adımını atar. Mill, birçok iktisatçının –Mill burada Sismondi’nin adını özellikle zikreder- en önemli etken olarak gördüğü fazla sermayenin krizlerle yok oluşuna değinir. Gerçi Mill bu iktisatçı­ların tersine bu meselenin abartılmasına karşıdır. Çünkü eğer öyle olsaydı der, sermayenin yıllar içinde sürekli artması olgusuna rastlanmazdı (J. S. Mill, 1965: 734). İkinci önemli etken üretim tekniklerinin gelişmesiyle üretim maliyetlerinin ücret artış­larından daha çok düşmesidir. Üçüncü bir etken olarak yurt dışından ucuz ithalat ile yerli hammadde kaynaklarının giderek verimsizleşmesi eğilimi azaltılır. Bir başka etken ise fazla sermayenin daha yüksek kar oranları olan yabancı ülkelerde yatırıma gitmesi yani sermaye ihracıdır. Bu noktada Mill 19. yy ortalarındaki tüm Avrupa kıta­sını daha sonra da Amerika’yı etkisine almış demiryolu spekülasyonlarına değinir. Önemli krizlere yol açmış bu spekülasyonlar hakkında yorumu da ilginçtir. İngiltere’deki aşırı gibi görünen demiryolu yatırımları sayesinde hiç değilse zaten spekü-lasyona yönelecek ve belki de böylece batacak bu sermaye hiç değilse geride elle tutulabilecek bir şey yani demiryolları bırakmıştır. Avrupa’daki demiryolu inşası çıl-gınlığı da esasen İngiliz sermayesini kendi ülkelerine çekme yolunda bir rekabetin işaretidir (J. S. Mill, 1965: 743).



A call-to-action text Contact us