Kriz kelimesinin kökeni Yunanca 'karar
vermek' anlamına gelen 'krisis' sözcüğünden meydana gelmektedir. Ayrıca kriz
kelimesi 'birden bire meydana gelen kötüye gidiş yönündeki gelişme', 'büyük
sıkıntı', 'buhran' ve 'bunalım' gibi kelimelerle eşanlamlı olarak da
kullanılmaktadır. Kökenine bakıldığı zaman 'karar vermek' anlamında olan kriz
geçmiş ve geleceğe yönelik kararların sorgulanmasının gerekli olduğu anlamını
taşımaktadır (Çapraz, 2001: 5).
Bir durumun kriz olabilmesi için, krizin
temel unsurlarının bilinmesi gerekir. Krizden söz edebilmek için, önceden
bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin; makro düzeyde devlet, mikro
düzeyde ise firmaları ve bireyleri ciddi olarak etkileyecek sonuçlar ortaya
çıkarması gerekir. Aniden ve beklenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz
gelişmeleri kriz olarak adlandırmak gerekir. Zira normal süreç içerisinde
ortaya çıkan her sorunu kriz olarak değerlendirmek doğru değildir. Kriz, bu
açıdan beklenmedik biçimde ortaya çıkan ciddi bir sorun olarak düşünülebilir.
Rutin gelişmeler ve sorunlar kriz değildir. Krizin en önemli özelliğinin
önceden tahmin edilemeyen ya da bilinemeyen bir anda ortaya çıkması olduğu
söylenebilir.
Kriz, denetlenemeyen bazı dış faktörlerin etkisiyle
ortaya çıkan ve sisteme zarar veren olumsuz gelişmeler olarak da
tanımlanabilir. Kriz bir taraftan her hangi bir faktöre bağlı olarak
beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan sıkıntılı bir dönemin yaşanmasına neden
olurken, diğer taraftan bazı çevreler veya kesimler için krizin yeniden yapılanma yolunda bir fırsat olarak
anlaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda kriz, ekonomik ve kurumsal yapıda yeni
bir dönemin başlangıcı olarak ifade edilebilir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 51).
Her dengesizlik kriz olarak nitelendirilmez. Kriz, ekonomik ve sosyal yapıyı
ilgilendiren yapısal değişiklik sürecini oluşturan ve ekonominin tamamını yeni
aşamalara sürükleyen olgular için kullanılmaktadır.
Ekonomik kriz; para, sermaye, işgücü, mal ve
hizmet piyasalarında karar alan birimleri aşırı ihtiyatlı davranmaya iten ve
ekonomik göstergelerde sürekli kötüleşme yaratan güven sarsılması olarak
tanımlanabilir. Piyasada oluşan güvensizlik işlem maliyetlerini artırır,
iktisadi anlaşma alanlarını daraltır ve mevcut olan iktisadi sorunların içinden
çıkılmaz bir hal almasına neden olur (Türkan, 2006: 93).
Ekonomik çalışma alanlarının en önemli
konularından bir tanesi olan ekonomik kriz, ekonomik gelişme süresinde mal ve
hizmetlerin arz ve talep dengelerinin bozulması, tüm ekonomik unsurlar
arasındaki ilişkilerin sekteye uğramasına neden olan olumsuz olay olarak
tanımlanabilir (Çapraz, 2001: 3). Bu anlamda krizin belli bir sürede
gerçekleştiği ve ekonomik yapıyı yakından ilgilendirdiği söylenebilir.
Ekonomik krizler etkiledikleri sektörler
açısından, reel ve finansal sektör krizleri olmak üzere ikiye ayrılır. Reel sektör krizleri, piyasada üretim ve
istihdamda önemli dalgalanmalar olarak ortaya çıkmaktadır. Finansal sektör krizleri ise, ekonominin reel kesimi üzerinde
tahrip edici etkiler yaratabilen ve piyasaların etkin işleyiş biçimini bozan
piyasa çöküşleridir. Gelişmekte olan ülke (GOÜ)’lerin piyasasında ortaya çıkan
finansal krizler; para, bankacılık, dış borç ve sistematik kriz olarak ayırmak
mümkündür (Aktaran, Işık, Alagöz ve Yıldırım, 2006: 239).
Ekonomik kriz ilk görüldüğü alanlardan
ekonominin bütününe yayılabilir. Sanayi kesiminin yanı sıra ticaret ve mali
kesimi de etkisi altına alarak genişleyen bir görüntü sergilerse, uluslararası
ekonomik krize bile yol açabilir. Böyle bir durumda toplumdaki psikolojik eğilim ve davranışları
karamsar bekleyişler yönlendirecek ve bu durum ekonomik krizin süratle
yayılmasına yol açacaktır (Çapraz, 2001: 6).
Ekonomik krizleri, sürelerine göre kısa veya uzun süreli olarak ayırmak mümkündür. Krizlerin etkisinin kısa ya
da uzun olması, krize karşı alınacak tedbirlerin zamanında alınıp alınmamasına
ve bu tedbirlerin uygulanmasına bağlıdır. Herhangi bir sektörde ortaya çıkan
bir kriz, diğer sektörleri de etkisi altına alabilmektedir. Ekonomik krizler
ekonomide çeşitli şekillerde kendini gösterir. Üretimde hızlı bir daralma,
fiyatlar genel seviyesinde ani değişmeler, faizlerde yükselişler, iflaslar,
işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, finansal
piyasalarda dalgalanmalar ve piyasada spekülatif hareketlerle kendini
göstermesi ekonomik krizin göstergeleri olarak algılanabilir (Coşkun ve
Balatan, 2009: 15).
Ekonomik kriz sürecinin tanımlanmasının zor
ve hassas olmasından dolayı tek bir tanımının yapılamamasına rağmen, kriz
sürecinin bazı özellikleri bünyesinde barındırması gerekmektedir. Bu özellikler
şöyle sıralanabilir: Ekonomik kriz hızlı ve köklü değişiklerin olduğu bir dönem
olmalıdır. Bu değişikliklerin arkasında, istikrar döneminde işleyen sistemin
yaşaması için gerekli kurumların ve mekanizmaların işlemez veya eskisi gibi
çalışamaz duruma gelmesi gerekir. Ekonomik krizi yaşayan toplumlar geriye
baktıklarında, artık hiçbir şey eskisi gibi değil diyen bir anlayış hakim
olmalıdır. Bu toplumlarda ileriyi görmenin imkansızlaştığı fikri
yangınlaşmalıdır (Yıldızoğlu, 1996: 326).
Ekonomik Krizin Nedenleri
Ekonomik krizler çeşitli nedenlerden meydana
gelebilmektedirler. Bunlar şöyle sıralanabilir: Yanlış uygulanan ekonomi
programları, gelir dağılımındaki adaletsizlik, arz ve talep yetersizliği, ülke
kaynaklarına göre aşırı borçlanma, ülkelerin cari işlemler dengesini
koruyamaması, hızla değişen ekonomik gelişmeler ve sermaye hareketlerinin spekülatif amaçlı gerçekleşmesi ekonomik
krizlerin nedenleri arasında gösterilebilir (Cengiz, 2008: 12).
Ekonomik krizlerin nedenleri her zaman
ekonomik olmayabilir. Ekonomik nedenlerin yanı sıra; politik, teknolojik,
sosyokültürel, iç ve dış alandaki dalgalanmalar zaman içinde krize neden
olabilir. Ekonomik krizlerin nedenleri içsel
ve dışsal olarak ikiye ayrılabilir.
İçsel
Ekonomik Nedenler
Ülke ekonomisinin yapısında meydana gelen
aksaklıklar krizlere neden olabilmektedir. Ekonomik sistemin bazı ülkelerde tam
oturmamış olması, piyasa sisteminin yanlış anlaşılmasına neden olur. Bu
ülkelerde bilgi ve koordinasyon yetersizliği hem merkezi yönetimin hem de
piyasa sisteminin etkin çalışmasını engellemektedir (Baytar, 2006: 26-27).
Ekonomik sistemdeki bu tür aksaklıkların
ekonomide büyümenin ana faktörü olan yatırım hacminde gerilemelere neden olduğu
söylenebilir. Yatırımların tasarruf miktarlarına bağlı olduğu ve tasarruflarda
ortaya çıkan yetersizliğin büyümenin önünde bir engel oluşturacağı açıktır.
Ayrıca tasarrufların yatırıma dönüşmemesi, mali piyasalarda güven kayıplarına
yol açarak tasarrufların yastık altına gitmesine neden olur.
Uzun dönemde dış ticaret yoluyla ekonominin
ihtiyacı olan dövizi karşılayamayan ülkeler dış borçlanmaya başvururlar. Bu
durum ülkelerin dış açıklarının artmasına neden olur. Dış açığı kapatmakta dengeleyici
rol oynayan unsur sermaye hesaplarıdır. Bu tip ülkelerde genelde döviz ve faiz
arbitrajından yararlanmak isteyen sermaye hesabı kısa vadeli sermaye hesabıdır.
Ancak, kısa vadeli sermaye yada sıcak para; ilk başta ekonomiye bir refahlık
getirebilir ama ülkede oluşan istikrarsızlık ve güvensizlik ortamında o ülkeden
hemen kaçar. Bu ise ülkenin kötü olan ekonomik durumun içinden çıkılmaz bir hal almasına ve ülkenin ekonomik
krize sürüklenmesine neden olabilir. Bu tip krizlerin bir özelliği de, domino
kuramına uygun bir biçimde bir ülkeden diğerine sıçraması ve yayılma eğilimi
göstermesidir (Kazgan, 2008: 228).
Gelişmemiş ülkelerde yetersiz tasarruf
oranları ve önemli ölçüde artmış dış ticaret açıkları, verimli olmayan kamu
yönetimi ile birleşince kamu kesimi açıkları artabilmekte ve beraberinde ağır
sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. İlk olarak, ülke kaynaklarını özel sektörden
çok kamu kesimi kullandığından faiz oranlarında bir artışa neden
olabilmektedir. Bu durum literatürde dışlama etkisi (crowding-out) olarak
bilinmektedir. İkinci olarak, kıt olan kaynakların kamu kesimi tarafından etkin
kullanılmaması ya da israf edilmesinin yatırımı artıracak verimli alanlara
yeterli kaynak aktırılamamasına neden olduğu söylenebilir. Üçüncü olarak da
bankalar ve parası olanların devlet tahviline yönelmesine neden olur (Uysal,
2007: 44). Devletin verdiği faizden gelir elde edenler üreterek değil, faizin
geliri olan ranttan kazanç elde ederler ve böylelikle ekonominin bir rant
ekonomisine dönüşmesine katkıda bulunurlar.
Ülkelerin ekonomik yapısında meydana gelen
aksaklıkları gidermek için uyguladıkları para ve maliye politikalarının bu
ülkelerin yapısal özellikleri nedeniyle yetersiz kaldığı söylenebilir. Örneğin,
Gelişmiş Ülke (GÜ)’lerde piyasa faiz oranına yapılacak küçük bir değişim piyasa
üzerinde büyük bir etki doğururken, GOÜ’lerde aynı düzeyde bir etki için daha
büyük oranda bir yüzdesel değişim gerekmektedir (Özgen, 1998: 21).
Bütün bunların yanında ekonomide beklentiler
önemli bir etkiye sahiptir. Ekonomik gelişmenin önemli unsurlarından biri
piyasa yapıcılarının iyimser beklentilere sahip olmasıdır. Bir ülkenin veya
ülkelerin krize girmesi ve krizden çıkmasının piyasadaki psikolojik
bekleyişler, ülke veya ülkelerin sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki yapısındaki
istikrar ve ekonomi yöneticilerinin kabiliyetlerine bağlı olduğu yadsınamaz bir
gerçektir (Sütütemiz, Balaban ve Okutan, 2009: 3).
Dışsal
Ekonomik Nedenler
Dışsal ekonomik faktörler ülkelerin
ekonomilerine etkisi ülkelerin dışa açıklık düzeyleriyle yakından ilgilidir.
GOÜ’ler ya ithal ikameci ya da ihracata dönük bir politika izlemektedirler.
İthal ikamesi, daha önce ithal edilen malların yurt içinde üretilmesi olarak tanımlanabilir.
İthal ikamesi politikası, serbest ticaret politikasından sapmayı ve yurt içinde
üretilmek istenen mallara ait sanayilerin gümrüklerle ve kotalarla dışa karşı
korunmasını gerektirir (Uysal, 2007: 39).
GOÜ’ler sanayileşmede kullanacakları
stratejileri belirlerken bazı sınırlamalarla karşı karşıyadırlar. İhracata
dayalı sanayileşmenin zorunluluğu ve üstünlüğü kabul edilmesine karşın,
GOÜ’lerin çoğunluğu ithal ikamesi yoluyla sanayileşmeye ağırlık vermişlerdir.
Bunun başlıca sebebi, GÜ’lerin ihraç ettiği sermaye yoğun mallar ile GOÜ’lerin
ihraç ettiği emek yoğun mallar arasındaki talebin fiyat ve gelir
esnekliklerinin farklı olmasıdır. GÜ’lerdeki tüketicilerin gelirleri arttığı
zaman GOÜ’lerin emek yoğun mallarına olan talep artışı, GOÜ’lerin GÜ’lerin
mallarına olan talep artışından daha azdır. Gelişmekte olan ve gelişmiş olan
ülkeler arasındaki ticaret; emek yoğun malların ihracı, sermaye yoğun malların
ithali şeklinde aynı kaldığı sürece, GOÜ’lerin dış ticaret hadleri aleyhlerine
gelişecektir.
GOÜ’lerde uzun dönemde istikrarsızlığın temel nedenleri arasında; ülke ekonomisinin dünya ekonomisinden
soyutlanması, rekabet şartlarını yerine getirememesi ve teknolojik ilerlemelere ayak
uyduramaması sayılabilir.
Buna karşılık; ihracata yönelik sanayileşme
stratejisi ile ülkeler dışa açılımı gerçekleştirmişlerdir. İhracata yönelik
sanayileşme stratejisi ile ülkelerin mal ve hizmet ticaretinin ve daha sonraki
aşamalarda mali piyasaların serbestleşmesi ile dışa açıklık düzeylerine bağlı
olarak dünya ekonomisindeki değişmelere duyarlılık düzeylerinin gittikçe
arttığı söylenebilir. Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle dünya üzerindeki ülkelerin
neredeyse tamamı dışa açık ekonomi politikaları uygulamaktadır. Dünyada
küreselleşmenin etkisi, iletişim ve elektronik teknolojilerinin
yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan ekonomik krizler diğer bölgelere hızla yayılmakta
ve uluslararası boyut kazanması durumuyla karşılaşılmaktadır. Dünya
ekonomisinde genel daralma ve dalgalanmalar sonucu ülkelerin dış ticaretinde
önemli olan ülkelerde meydana gelen sorunlar dış ticaret hadlerinde değişmeler
meydana getirerek ülke ekonomilerini olumsuz etkilemektedir. Diğer taraftan
uluslararası finans piyasalarının ve bağlı bulundukları kurumların (Dünya
Bankası ve IMF) yaptırımları, rakip ülkelerde devalüasyon ve yoğun rekabet,
hammadde ve enerji fiyatlarındaki büyük artışlar da ekonomik krize girilmesinde
ülke üzerinde büyük baskılar oluşturabilmektedir (Şahinöz, 2005: 2-3).