:::: MENU ::::

Daha çok ekonomi, az çok da üstüme vazife olmayan şeyler ...

5/07/2011

Kriz kelimesinin kökeni Yunanca 'karar vermek' anlamına gelen 'krisis' sözcüğünden meydana gelmektedir. Ayrıca kriz kelimesi 'birden bire meydana gelen kötüye gidiş yönündeki gelişme', 'büyük sıkıntı', 'buhran' ve 'bunalım' gibi kelimelerle eşanlamlı olarak da kullanılmaktadır. Kökenine bakıldığı zaman 'karar vermek' anlamında olan kriz geçmiş ve geleceğe yönelik kararların sorgulanmasının gerekli olduğu anlamını taşımaktadır (Çapraz, 2001: 5).
Bir durumun kriz olabilmesi için, krizin temel unsurlarının bilinmesi gerekir. Krizden söz edebilmek için, önceden bilinmeyen ya da öngörülemeyen bazı gelişmelerin; makro düzeyde devlet, mikro düzeyde ise firmaları ve bireyleri ciddi olarak etkileyecek sonuçlar ortaya çıkarması gerekir. Aniden ve beklenmedik bir anda ortaya çıkan olumsuz gelişmeleri kriz olarak adlandırmak gerekir. Zira normal süreç içerisinde ortaya çıkan her sorunu kriz olarak değerlendirmek doğru değildir. Kriz, bu açıdan beklenmedik biçimde ortaya çıkan ciddi bir sorun olarak düşünülebilir. Rutin gelişmeler ve sorunlar kriz değildir. Krizin en önemli özelliğinin önceden tahmin edilemeyen ya da bilinemeyen bir anda ortaya çıkması olduğu söylenebilir.

Kriz, denetlenemeyen bazı dış faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan ve sisteme zarar veren olumsuz gelişmeler olarak da tanımlanabilir. Kriz bir taraftan her hangi bir faktöre bağlı olarak beklenmedik bir zamanda ortaya çıkan sıkıntılı bir dönemin yaşanmasına neden olurken, diğer taraftan bazı çevreler veya kesimler için krizin yeniden  yapılanma yolunda bir fırsat olarak anlaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda kriz, ekonomik ve kurumsal yapıda yeni bir dönemin başlangıcı olarak ifade edilebilir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 51). Her dengesizlik kriz olarak nitelendirilmez. Kriz, ekonomik ve sosyal yapıyı ilgilendiren yapısal değişiklik sürecini oluşturan ve ekonominin tamamını yeni aşamalara sürükleyen olgular için kullanılmaktadır.

Ekonomik kriz; para, sermaye, işgücü, mal ve hizmet piyasalarında karar alan birimleri aşırı ihtiyatlı davranmaya iten ve ekonomik göstergelerde sürekli kötüleşme yaratan güven sarsılması olarak tanımlanabilir. Piyasada oluşan güvensizlik işlem maliyetlerini artırır, iktisadi anlaşma alanlarını daraltır ve mevcut olan iktisadi sorunların içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olur (Türkan, 2006: 93).

Ekonomik çalışma alanlarının en önemli konularından bir tanesi olan ekonomik kriz, ekonomik gelişme süresinde mal ve hizmetlerin arz ve talep dengelerinin bozulması, tüm ekonomik unsurlar arasındaki ilişkilerin sekteye uğramasına neden olan olumsuz olay olarak tanımlanabilir (Çapraz, 2001: 3). Bu anlamda krizin belli bir sürede gerçekleştiği ve ekonomik yapıyı yakından ilgilendirdiği söylenebilir.

Ekonomik krizler etkiledikleri sektörler açısından, reel ve finansal sektör krizleri olmak üzere ikiye ayrılır. Reel sektör krizleri, piyasada üretim ve istihdamda önemli dalgalanmalar olarak ortaya çıkmaktadır. Finansal sektör krizleri ise, ekonominin reel kesimi üzerinde tahrip edici etkiler yaratabilen ve piyasaların etkin işleyiş biçimini bozan piyasa çöküşleridir. Gelişmekte olan ülke (GOÜ)’lerin piyasasında ortaya çıkan finansal krizler; para, bankacılık, dış borç ve sistematik kriz olarak ayırmak mümkündür (Aktaran, Işık, Alagöz ve Yıldırım, 2006: 239).

Ekonomik kriz ilk görüldüğü alanlardan ekonominin bütününe yayılabilir. Sanayi kesiminin yanı sıra ticaret ve mali kesimi de etkisi altına alarak genişleyen bir görüntü sergilerse, uluslararası ekonomik krize bile yol açabilir. Böyle bir durumda  toplumdaki psikolojik eğilim ve davranışları karamsar bekleyişler yönlendirecek ve bu durum ekonomik krizin süratle yayılmasına yol açacaktır (Çapraz, 2001: 6).

Ekonomik krizleri, sürelerine göre kısa veya uzun süreli olarak ayırmak mümkündür. Krizlerin etkisinin kısa ya da uzun olması, krize karşı alınacak tedbirlerin zamanında alınıp alınmamasına ve bu tedbirlerin uygulanmasına bağlıdır. Herhangi bir sektörde ortaya çıkan bir kriz, diğer sektörleri de etkisi altına alabilmektedir. Ekonomik krizler ekonomide çeşitli şekillerde kendini gösterir. Üretimde hızlı bir daralma, fiyatlar genel seviyesinde ani değişmeler, faizlerde yükselişler, iflaslar, işsizlik oranında ani artış, ücretlerde gerileme, borsada çöküş, finansal piyasalarda dalgalanmalar ve piyasada spekülatif hareketlerle kendini göstermesi ekonomik krizin göstergeleri olarak algılanabilir (Coşkun ve Balatan, 2009: 15).

Ekonomik kriz sürecinin tanımlanmasının zor ve hassas olmasından dolayı tek bir tanımının yapılamamasına rağmen, kriz sürecinin bazı özellikleri bünyesinde barındırması gerekmektedir. Bu özellikler şöyle sıralanabilir: Ekonomik kriz hızlı ve köklü değişiklerin olduğu bir dönem olmalıdır. Bu değişikliklerin arkasında, istikrar döneminde işleyen sistemin yaşaması için gerekli kurumların ve mekanizmaların işlemez veya eskisi gibi çalışamaz duruma gelmesi gerekir. Ekonomik krizi yaşayan toplumlar geriye baktıklarında, artık hiçbir şey eskisi gibi değil diyen bir anlayış hakim olmalıdır. Bu toplumlarda ileriyi görmenin imkansızlaştığı fikri yangınlaşmalıdır (Yıldızoğlu, 1996: 326).

Ekonomik Krizin Nedenleri

Ekonomik krizler çeşitli nedenlerden meydana gelebilmektedirler. Bunlar şöyle sıralanabilir: Yanlış uygulanan ekonomi programları, gelir dağılımındaki adaletsizlik, arz ve talep yetersizliği, ülke kaynaklarına göre aşırı borçlanma, ülkelerin cari işlemler dengesini koruyamaması, hızla değişen ekonomik gelişmeler ve sermaye hareketlerinin  spekülatif amaçlı gerçekleşmesi ekonomik krizlerin nedenleri arasında gösterilebilir (Cengiz, 2008: 12).

Ekonomik krizlerin nedenleri her zaman ekonomik olmayabilir. Ekonomik nedenlerin yanı sıra; politik, teknolojik, sosyokültürel, iç ve dış alandaki dalgalanmalar zaman içinde krize neden olabilir. Ekonomik krizlerin nedenleri içsel ve dışsal olarak ikiye ayrılabilir.

İçsel Ekonomik Nedenler

Ülke ekonomisinin yapısında meydana gelen aksaklıklar krizlere neden olabilmektedir. Ekonomik sistemin bazı ülkelerde tam oturmamış olması, piyasa sisteminin yanlış anlaşılmasına neden olur. Bu ülkelerde bilgi ve koordinasyon yetersizliği hem merkezi yönetimin hem de piyasa sisteminin etkin çalışmasını engellemektedir (Baytar, 2006: 26-27).

Ekonomik sistemdeki bu tür aksaklıkların ekonomide büyümenin ana faktörü olan yatırım hacminde gerilemelere neden olduğu söylenebilir. Yatırımların tasarruf miktarlarına bağlı olduğu ve tasarruflarda ortaya çıkan yetersizliğin büyümenin önünde bir engel oluşturacağı açıktır. Ayrıca tasarrufların yatırıma dönüşmemesi, mali piyasalarda güven kayıplarına yol açarak tasarrufların yastık altına gitmesine neden olur.  

Uzun dönemde dış ticaret yoluyla ekonominin ihtiyacı olan dövizi karşılayamayan ülkeler dış borçlanmaya başvururlar. Bu durum ülkelerin dış açıklarının artmasına neden olur. Dış açığı kapatmakta dengeleyici rol oynayan unsur sermaye hesaplarıdır. Bu tip ülkelerde genelde döviz ve faiz arbitrajından yararlanmak isteyen sermaye hesabı kısa vadeli sermaye hesabıdır. Ancak, kısa vadeli sermaye yada sıcak para; ilk başta ekonomiye bir refahlık getirebilir ama ülkede oluşan istikrarsızlık ve güvensizlik ortamında o ülkeden hemen kaçar. Bu ise ülkenin kötü olan ekonomik durumun içinden  çıkılmaz bir hal almasına ve ülkenin ekonomik krize sürüklenmesine neden olabilir. Bu tip krizlerin bir özelliği de, domino kuramına uygun bir biçimde bir ülkeden diğerine sıçraması ve yayılma eğilimi göstermesidir (Kazgan, 2008: 228).

Gelişmemiş ülkelerde yetersiz tasarruf oranları ve önemli ölçüde artmış dış ticaret açıkları, verimli olmayan kamu yönetimi ile birleşince kamu kesimi açıkları artabilmekte ve beraberinde ağır sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. İlk olarak, ülke kaynaklarını özel sektörden çok kamu kesimi kullandığından faiz oranlarında bir artışa neden olabilmektedir. Bu durum literatürde dışlama etkisi (crowding-out) olarak bilinmektedir. İkinci olarak, kıt olan kaynakların kamu kesimi tarafından etkin kullanılmaması ya da israf edilmesinin yatırımı artıracak verimli alanlara yeterli kaynak aktırılamamasına neden olduğu söylenebilir. Üçüncü olarak da bankalar ve parası olanların devlet tahviline yönelmesine neden olur (Uysal, 2007: 44). Devletin verdiği faizden gelir elde edenler üreterek değil, faizin geliri olan ranttan kazanç elde ederler ve böylelikle ekonominin bir rant ekonomisine dönüşmesine katkıda bulunurlar.

Ülkelerin ekonomik yapısında meydana gelen aksaklıkları gidermek için uyguladıkları para ve maliye politikalarının bu ülkelerin yapısal özellikleri nedeniyle yetersiz kaldığı söylenebilir. Örneğin, Gelişmiş Ülke (GÜ)’lerde piyasa faiz oranına yapılacak küçük bir değişim piyasa üzerinde büyük bir etki doğururken, GOÜ’lerde aynı düzeyde bir etki için daha büyük oranda bir yüzdesel değişim gerekmektedir (Özgen, 1998: 21).

Bütün bunların yanında ekonomide beklentiler önemli bir etkiye sahiptir. Ekonomik gelişmenin önemli unsurlarından biri piyasa yapıcılarının iyimser beklentilere sahip olmasıdır. Bir ülkenin veya ülkelerin krize girmesi ve krizden çıkmasının piyasadaki psikolojik bekleyişler, ülke veya ülkelerin sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuki yapısındaki istikrar ve ekonomi yöneticilerinin kabiliyetlerine bağlı olduğu yadsınamaz bir gerçektir (Sütütemiz, Balaban ve Okutan, 2009: 3).

Dışsal Ekonomik Nedenler

Dışsal ekonomik faktörler ülkelerin ekonomilerine etkisi ülkelerin dışa açıklık düzeyleriyle yakından ilgilidir. GOÜ’ler ya ithal ikameci ya da ihracata dönük bir politika izlemektedirler. İthal ikamesi, daha önce ithal edilen malların yurt içinde üretilmesi olarak tanımlanabilir. İthal ikamesi politikası, serbest ticaret politikasından sapmayı ve yurt içinde üretilmek istenen mallara ait sanayilerin gümrüklerle ve kotalarla dışa karşı korunmasını gerektirir (Uysal, 2007: 39).

GOÜ’ler sanayileşmede kullanacakları stratejileri belirlerken bazı sınırlamalarla karşı karşıyadırlar. İhracata dayalı sanayileşmenin zorunluluğu ve üstünlüğü kabul edilmesine karşın, GOÜ’lerin çoğunluğu ithal ikamesi yoluyla sanayileşmeye ağırlık vermişlerdir. Bunun başlıca sebebi, GÜ’lerin ihraç ettiği sermaye yoğun mallar ile GOÜ’lerin ihraç ettiği emek yoğun mallar arasındaki talebin fiyat ve gelir esnekliklerinin farklı olmasıdır. GÜ’lerdeki tüketicilerin gelirleri arttığı zaman GOÜ’lerin emek yoğun mallarına olan talep artışı, GOÜ’lerin GÜ’lerin mallarına olan talep artışından daha azdır. Gelişmekte olan ve gelişmiş olan ülkeler arasındaki ticaret; emek yoğun malların ihracı, sermaye yoğun malların ithali şeklinde aynı kaldığı sürece, GOÜ’lerin dış ticaret hadleri aleyhlerine gelişecektir.

GOÜ’lerde uzun dönemde istikrarsızlığın temel nedenleri arasında; ülke ekonomisinin dünya ekonomisinden soyutlanması, rekabet şartlarını yerine getirememesi ve teknolojik ilerlemelere ayak uyduramaması sayılabilir.

Buna karşılık; ihracata yönelik sanayileşme stratejisi ile ülkeler dışa açılımı gerçekleştirmişlerdir. İhracata yönelik sanayileşme stratejisi ile ülkelerin mal ve hizmet ticaretinin ve daha sonraki aşamalarda mali piyasaların serbestleşmesi ile dışa açıklık düzeylerine bağlı olarak dünya ekonomisindeki değişmelere duyarlılık düzeylerinin gittikçe arttığı söylenebilir. Günümüzde küreselleşmenin de etkisiyle dünya üzerindeki ülkelerin neredeyse tamamı dışa açık ekonomi politikaları uygulamaktadır. Dünyada küreselleşmenin etkisi, iletişim ve elektronik teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan ekonomik krizler diğer bölgelere hızla yayılmakta ve uluslararası boyut kazanması durumuyla karşılaşılmaktadır. Dünya ekonomisinde genel daralma ve dalgalanmalar sonucu ülkelerin dış ticaretinde önemli olan ülkelerde meydana gelen sorunlar dış ticaret hadlerinde değişmeler meydana getirerek ülke ekonomilerini olumsuz etkilemektedir. Diğer taraftan uluslararası finans piyasalarının ve bağlı bulundukları kurumların (Dünya Bankası ve IMF) yaptırımları, rakip ülkelerde devalüasyon ve yoğun rekabet, hammadde ve enerji fiyatlarındaki büyük artışlar da ekonomik krize girilmesinde ülke üzerinde büyük baskılar oluşturabilmektedir (Şahinöz, 2005: 2-3).
A call-to-action text Contact us