Asya'da 1987'den başlayarak ortaya çıkan finansal krizin çeşitli
nedenleri vardır. Kriz sonrasında yapılan
Kore, Tayland ve Endonezya kendi paralarını asıl olarak
ticari ve mali ilişkide bulundukları Japon Yeni yerine dolara peg etmişlerdir.
Kore 1996'da peg uygulamasını kaldırdıysa da finansal sorunların birikmesini
engelleyememiştir. Dış denge bozulmaları sonucunda Asya ülkelerinde 1995'ten
itibaren dış ticaret açıklan ve cari açıklar büyümeye yönelmiştir.
Asya ülkelerinin özel kesim kuruluşlarının ve bankalarının
kısa vadeli dış borçlarında büyük artışlar ortaya çıkmıştır. Asya ülkelerinde kısa vadeli borçlarla uzun vadede getiri
sağlayacak yatırımlar finanse edilmiştir. Borç verenler bu yaklaşımın
bir vade uyumsuzluğu (mismatching) yaratacağını ve riski büyüttüğünü
ihmal etmişlerdir. Başlangıçta kârlı alanlara kanalize olan yabancı sermaye,
bu alanlar daraldıkça daha az kârlı alanlara giderek riskin büyümesine neden
olmuştur.
Bölge ülkelerinin izledikleri politikalar, bunların
birbirleriyle ve Japonya'yla olan yakın ilişkileri bütün bu ülkelerin yabancı
yatırımcılar tarafından aynı pota içinde kabul edilmesine yol açmıştır.
Dolayısıyla yabancı yatırımcılar, aynı bölgede yer alan ve ekonomik gücü,
piyasa kuralları daha zayıf olan ülkelere portföy yatırımları ve doğrudan
yatırımlarda aceleci davranışlar içine girip riskin büyümesine neden
olmuşlardır.
Genellikle bir piyasaya giriş ve çıkışlar yatırımcılar
açısından sürü güdüsü çerçevesinde gerçekleşir. Girişteki sürü güdüsü etkisi
daha yavaş, çıkıştaki etki ise çok daha hızlı olur. Asya ülkeleri açısından da
böyle olmuştur. Bölgesel etkiyle birleşen sürü güdüsü, portföy yatırımcılar mı,
bu ülkeleri aynı anda hızla terk etmeye yöneltmiş, bu da krizin boyutunu
büyütmüştür. Yabancı yatırımcıların bu şekildeki eksik inceleme ve
değerlendirmeleri ve para kazanmadaki aceleciliği sonuçta önemli ölçülerde
para kaybetmelerine yol açmıştır.
Rusya'nın durumu aslında Asya ülkelerinden tümüyle farklıydı.
Rusya'da Asya ülkelerindeki bütün olumsuzlukların var olduğu bilinen bir
gerçekti. Dolayısıyla kriz sonrasında ortaya çıkmış olan hiçbir gelişme aslında
bir sürpriz oluşturmamaktadır. Rusya'nın kriz ortamına girmesinin ardındaki
temel neden IMF'nin kaynak yetersizliği içine girmesi sonucu Rusya'ya olan
desteğini askıya almış olmasıdır. IMF bu kararını açıkladığı anda Rusya krize
girmiş oldu. Zira Rusya'ya giden herkes, parasal yatırımlarının günün birinde
IMF tarafından kurtarılacağını düşünerek gitmiştir. Aksi anlaşılınca herkes bu
piyasadan kaçmaya yönelmiştir.
Krizin büyümesiyle birlikte IMF eleştirilerinin dozu
da yükselmeye başlamıştır. Bu eleştirilerin bir bölümü doğrudur. IMF'nin,
ülkelere yaptığı önerilerin yanlışlığından çok yatırımcıların yanılmasında
oynadığı dolaylı rolün eleştirilmesinin daha haklı bir yaklaşım olduğu
kanısındayız. Çünkü IMF'nin önerileri zorlayıcı değildir. Buna karşılık
IMF'nin, önerilerini uygulamayan ülkeleri bütün dünyaya çok daha etkin yollarla
ilan etmesi gerekirdi. Nitekim sonraları bu yolda yeni düzenlemeler
yapılmıştır.
Asya ve Rusya krizlerinin Türkiye'ye etkisi sonradan
ve dolaylı yoldan oldu. Yeni yükselen pazarlarda (emerging markets) yaşanan
ve önce bölgesel olarak algılanan bu kriz, bir süre sonra bütün yeni yükselen
pazarlar için ortak bir kriz olarak görülmeye başlandı. Bunun sonucu yabancı
yatırımcılar, paralarını alıp ülkelerine döndüler. Başlangıçta bu krizlerden
çok fazla etkilenmeyen Türkiye'nin, bu aşamada uluslararası sermaye
piyasalarından borç alması giderek bir sorun haline gelmeye ve ödemeler
dengesini olumsuz olarak etkilemeye başladı. Türkiye 2000 yılına bu sıkıntıları
bünyesinde taşıyarak bir başka deyişle kriz virüsünü almış olarak girdi.